“Masal masal maniki
Yolda saydım on iki
On ikinin yarısı
Tilki çakal karısı.
Masal masal martladı
İki fare atladı
Kurbağa kanatlandı
Tos vurdu bardağa
Çocuk çıktı çardağa.
Masal masal maniki
Kuyruğu var on iki
Kuyruğunda beni var
Kulağında çanı var.
Masal masal matatar
Dil okur, damak tadar.
İçinde yaşadığımız “ahval”de içinde, ne dilde okuyacak hal, ne ağıza sürülecek bal var. Depremin yüreğimizdeki yangınları küllenmeden, başka depremler, yangınlar tutuştu. Hangisi gerçek, hangisi masal anlamak zor. Masal deseniz, her masalın bir gerçek yanı vardır. O da alacağınız derstir. Ders almazsanız başınız beladan kurtulmaz. Size derler ki, “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.”
Masallar, olağanüstü olay ve serüvenlerle kahramanlıkları anlatan anonim halk edebiyatının sözlü ürünleridir. Onlar, toplumun geleneklerini, göreneklerini, düşüncelerini geçmişten günümüze yansıtırlar.
Bizde, masal, destan, efsane, kıssa, hikaye bir birine karıştırılır. Ama, her birinin ana fikri, masajı bir ibret ve pay verişi olmaktadır.
Örneğin, adına ister destan, ister efsane ister masal deyiniz Dede korkut hikayelerinden alınacak bir hisse bulunur. İhanetin ne kadar utanç verici ve kötü olduğunu bu masallar bize örneklendirir.
Buğaç Han’ı kıskanan kırk yiğit, kendi çıkarları ve Dirse Han ile oğlu Buğaç Han’ın aralarını bozmak için yalana başvurlar. Babası tarafından yaralanmasına sebep olurlar. Dede Korkut’a göre bu utanç verici bir durumdur ki, artık onlar kırk yiğit değil, “kırk namerd” olarak adlandırılırlar.
Aruz Koca’nın evine getirip oğluyla birlikte beslediği Depegöz, ilerleyen zamanlarda doyumsuzluğu yüzünden Oğuz halkına zarar vermeye başlar. Depegöz’ün karşısına Basat çıkar ve onunla savaşır. Savaşın galibi Basat olur. Oğuz halkının yardımlarına rağmen halka ihanette bulunan Depegöz cezasını bulur.
Masalı bilirsiniz ama bir kez daha yazayım:
Akrep nehrin karşısına geçmek istemektedir. Ama yüzme bilmez. Kurbağalardan yardım ister. Huyunu bilenler yardım etmez. Nihayet iyi niyetli birini gözüne kestirir:
“Kurbağa kardeş,” der. ”Sen iyilikseversin. Beni karşıya geçirir misin?
Kurbağa, akrebin iğnesini bilmekte ve çekinmektedir. Akrep anlar. Güvence verir:
“Sen beni sırtına alıp karşıya geçirirken seni sokabilir miyim hiç? Ben yüzme bilmem ki, seni sokarsam ben de boğulur ölürüm.”
Kurbağa bu gerekçeyi doğru bulur. Kabul eder. Akrep kurbağanın sırtına biner. Tam nehrin sonuna yaklaşırken, kurbağa sırtında bir yanma hisseder. Akrep sokmuştur. Acı içerisinde başını çevirir:
“Neden yaptın bunu, bak şimdi sen de boğulup öleceksin...” Akrep:
“Elimde değil. Benim meşrebim, huyum bu.”
Evet. Huylu huyundan vazgeçemiyor; hatta can çıkıyor, huy çıkamıyor. İyi niyetlilik çok güzel ama, saf olmamalı insanlar. Kendini kötüye kullandırmamalı. Akrebe gariban diye elinize alır mısınız? Sorunun cevabını, yukarıda aktardığım masalın, bir varyantı şöyle veriyor:
Adamın biri, suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır. Akrep onu sokar.
Adam, tekrar akrebi kurtarmaya çalışır Ama akrep onu tekrar sokar.
Yakınlardaki başka birisi onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaktan vazgeçmesini söyler.
Ama adam şöyle der:
“Sokmak akrebin doğasında var. Benim doğamda ise sevmek. Neden sokmak akrebin doğasında var diye, kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?”
Sevmekten vazgeçmeyin. İyiliğinizden vazgeçmeyin. Çevrenizdekiler sizi soksalar da.