Klasik Türk İslam Sanatları arasında, çok özel bir yere sahip olmasının yanı sıra, sosyal-görsel belgecilik anlamında da, çok kıymetli bir öneme sahip olan minyatür sanatı hakkında, nerede ise bir ömrünü öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve gelecek nesillere aktarabilmek için, yerli ve yabancı çok sayıda öğrenciye hocalık yapan bir sanatkar o. Türkiye coğrafyasının bilinen ve unutulmuş olan sosyal, inanç, tabiat, mimari ve kültürel hazinelerini minyatürleri ile resmeden çok kıymetli bir Minyatür sanatkarı Nilgün Gencer ile görüştük, konuştuk. Mim Sanat Akademisi'nde görüştüğümüz Gencer, minyatür sanatının dünü ve bugünü hakkında, hocaların hocası Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver ve diğer feyz aldığı hocaları hakkında, bilgilerini ve hatıralarını bizler ile paylaştı.
Minyatür sanatı ile nasıl tanıştınız, nasıl yol aldınız?
Ben İstanbul doğumluyum ve bu sanat ile babam vasıtası ile tanıştım. Resme merakım ise çocukluk yıllarıma uzanıyor. Daha 5 yaşında iken evin duvarlarına, saçımdaki tokayla resim yaparak başladı. Resim yapmak bir hıçkırık gibi, kendinizi tutamıyorsunuz. O sizin içinizde var ise ve o sizin ile hayatınız boyunca taşıyorsunuz ve sizin ile birlikte yaşıyor. Babam matbaacı idi ve Süheyl Hoca ile uzun yıllara dayanan dostlukları vardı. Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Hocanın bütün matbaa ve cilt işlerini babam yapardı. Ona özel bir hayranlık duyardı ve bir gün beni de tanıştırmak istedi. 1970 yılında, Tıp Tarihi Kürsüsü'nde Süheyl Hoca ile tanışma şansım oldu. Şansım diyorum, çünkü Süheyl Hocayı tanıdıkça, insanın DNA'sına kadar işleyen bir kişilik.

Hoca çok özel bir kişilikti. 8 yıl o hoca ile çalışma şansım oldu ve o değerli hocanın yetiştirmiş olduğu yine değerli hocalarımız Azade Akar, Melek Antel, Ülker Erke, Cahide Keskiner gibi hocalardan da feyz aldım. Tabii ki bu 8 yıl insana çalışma ile yetmiyor. Çok iyi kopyalar yapmak lazım, kronolojiyi iyi bilmek lazım. 6'ncı y.y.'dan, 10'uncu y.y.'a kadarki bütün dönemleri tanıyarak, çalıştık. Çünkü Süheyl Hoca müthiş bir arşiv, müthiş bir birikim ve bir derya idi. Onu anlatmak haddim değil. Biz onun etkisinde kalarak yetiştik. Süheyl Hoca bize, 'Bana teşekkür etmeyin. Sadece öğrendiklerinizi öğretin' derdi. Sadece bu söz bile aslında hocayı anlamaya ve anlatmaya yeter diye düşünüyorum. Hocamız yanlış yapan öğrencisini, asla incitmezdi. 'Her yanlış bir nakıştır. O yanlışı düzeltirken, doğrusunu öğreneceksin' derdi. Çok tatlı ve sohbet ehli bir insandı ve bunu da derslerine yansıtırdı. Ve hocamız çok çalışan, çok disiplinli, çok okuyan, araştıran ve sürekli olarak arşiv yapan bir insandı. Ben de en az 11 saat çalışırım her gün, adeta transa geçerim. Hocamdan öğrendiğim üzere, benim bir öğrencim olsun ama o bin öğrenciye ulaşsın. Yeter ki, bizim geleneksel kültürümüz yaşasın, doğru eller ile yaşatılsın. Doğru söz ve doğru eserler ortaya konulsun.
MİNYATÜR SANATI O KADAR KÖKLÜ VE ZENGİN Kİ, SINIR YOK
Klasik Türk sanatları tarihi ve çeşitliliği dikkate alındığında, bu bir sanatkar araştırma ve eser çalışma anlamında, ne ifade ediyor?
Minyatür sanatına başlamak benim için çok büyük heyecan idi. Ama minyatüre başlamanız için, biraz altyapı olarak resme kabiliyetiniz olması gerekiyor. Minyatür yapmak için de, önce altyapı ve dönemleri tanımanız gerekiyor. Geleneksel sanatlarımız o kadar zengin ve derin ki, sınır yok. Özellikle de minyatür sanatında. Çünkü tezhip sanatında motif, desenler, kaynaklar belli, onun içerisinde yüzyıllarca yapılmış, çok değerli örnekler var ama minyatürde sınır yok. Tezhip bilgisi olması lazım. Duvarlarda, yastıkta, elbisede, heryerde tezhip formları da gerekiyor. Yani bunu yapan öğrenci, o formları ve motif anahtarlarını çok iyi tanımak zorunda. Bizim derslere başladığımız zaman, çok değerli hattatlar, değerli Osmanlıca ve Arapça uzmanları vardı. Bu alanlarda yetişmiş çok değerli hocalar eşliğinde çalıştık. Adeta donanımlı yetiştirilmek için, hazırlanmış bir platformdu orası. Bu nedenle o disiplin, sizin içinize işliyor. Yapmak istediğiniz eser ile hayata bakış açınız çok farklı olabiliyor. Ondan sonra da, özgün çalışma işi var bu sanatlarda. Tabii ki burada klasik formu iyi öğrendikten sonra, özgün çalışmaya geçebilmeli insan. Mesela ben uzun yıllar kendime bir trend koydum. Geleneksel sanatlarımıza yanlış bir şey yapar mıyım, diye, çekindim, açıkçası.
MİNYATÜR SANATI İLE İNSANLAR REHABİLİTE OLABİLİYOR
Sanatın tedavi değeri olduğu ve bazı g hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği belirtiliyor. Bir minyatür sanatkarı olarak, bu sanat için de geçerli olabilir mi bu görüş?

Bir seferinde felçli bir hanım ve eşi otelde konuk idiler ve benden ders alamaya başladılar. Hanımın eşi, bu çalışmaların eşi için bir rehabilitasyon etkisi sağladığını ve bu nedenle de, tatillerini uzatmak istediklerini söyledikleri zaman o kadar duygulanmıştım ki anlatabilmem mümkün değil. Öyle ki, daha sonra ki senelerde de, bir çok konuk derslere devam edebilmek için, bizim olduğumuz o oteli tercih etmeye başlayanlar olmuştu. Daha sonraki zamanlarda hem benim hem de öğrencilerimin ve sadece bir merak ile bile olsa minyatür sanatına ilgi duyan, bir çok kişide olumlu etkilerini gördüm. Aslında bu sadece Minyatür sanatı için geçerli değil, insana, insan ruhuna, gönlüne, hitap eden sanatların bu tür rahatlatıcı, rehabilite edici özelliğe sahip olduğunu tecrübe ile gördük, defalarca.
BİZİM SANATLARIMIZIN İLGİ COĞRAFYASI, BÜTÜN İNSANLIĞI KAPIYOR
Türk minyatür sanatına, yurtdışında ilgi nasıl? Yani sadece Türkler mi ilgileniyor sanatınıza karşı yoksa farklı milletlerden de ilgi duyanlar ve öğrencileriniz oldu mu?
Elbette olmaz mı? Daha 1970li yıllarda Süheyl Hoca zamanında, Tıp Tarihi Kürsüsü, daha çok yabancıların daha yoğun olduğu bir ortamdı. Beni esas şaşırtan ve ilgimi çeken o olmuştu. 19 yaşında bir genç kızım ve heyecan içindeyim ama bunu zamanla anladım ve çalıştıkça gördüm. Bizim geleneğimizi yabancıların öğrenme arzusuna tanık oldukça, bu sanata olan saygım ve sevgim, daha da arttı ve çok daha farklı bir gözle bakmaya başladım. Farklı devletlerden farklı konuların uzmanı olan profesörler bize seminerler verirlerdi. Daha sonra da benim bizzat, Türkler dışında da, farklı ülke ve kültürlerden insanların ilgilenmesine, yıllar sonra şahit oldum. 1989 ile 1991 yılları arasında, bir otelde görev alan eşimin işi gereği Antalya'ya yerleşmiştik. Zaman içerisinde otelin sanat yönetmenliğini yaptım. Yabancı konuklara dersler verdim ve lobide, onlara mini sergiler düzenledim. O yıllarda maalesef Antalya'da malzeme ve kaynak kitaplar bulamıyordum. İstanbul'a giderek kaynak, kitap ve malzemeler temin ediyordum. Küçük bir oda verilmişti bana ve otelde bir küçük kütüphane olarak düzenlemiştim. Geleneksel sanatlarımızın gönüllü bir kültür elçisi olarak Antalya'da, o yıllarda Alman, Avusturya ve İngilizler olmak üzere, dünyanın farklı ülkelerinden gelen insanlara bizim sanatlarımızı tanıtıyordum. Kısa sürede minyatür sanatını nasıl öğretebilirim diye, bir kısa öğrenimlik bir program hazırladım. O kadar ilgi gördü ki ve otelde kalış sürelerini bile uzatan konuklar oldu.
MİNYATÜRÜN KAYNAĞI UYGUR TÜRKLERİDİR, GÖÇLER SONRASINDA İRAN'A TESİR ETMİŞTİR
Minyatür sanatının kökenin İran olduğu şeklinde iddialar ortaya atılıyor? Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
Minyatür sanatının çıkış yeri olarak Bugün Çin sınırları içinde yer alan ve tarihi adı ile de Doğu Türkistan'a, Uygur Türklerine ve Milattan önce 6'ınyı y.y.'a kadar uzanmaktadır. Yaşanan göçler sonrasında, İran bizden etkilenerek, minyatür sanatını işlemiştir. Maalesef biz, öz kültürümüze sahip çıkamadığımız ve metinler Farsça ve Arapça olduğu için ya Araplara mal ediliyor ya da İran'a mal edilmiştir. Ben anne tarafından İran, daha doğrusu Tebriz yani, Güney Azerbaycan Türklerine mensup bir ailedenim. Ama ben Geleneksel Türk Süsleme sanatçısıyım ve Türk kültürünü tanıtmak için, bunca senedir de hâlâ uğraşıyorum, okuyorum, araştırıyorum ve sonuç olarak ilk çıkış noktası bu sanatın, Ortaasya yani Uygur Türklerinin yaşadığı coğrafyadır.

BELGESEL NİTELİKLİ MİNYATÜR İÇİN, CİDDİ BİR ARAŞTIRMA GEREKİYOR
Çalışma alanınız olan, belgesel minyatürde en önemli nokta nedir?
Ben daha çok belgesel nitelikli minyatür çalışmaları yapıyorum. Maalesef biz hazır bilgi ya da materyale kulağımız gözümüz açık ve doğru yanlış demeden almaya ve etkilenmeye müsait bir haldeyiz. Ama araştırma, okuma, inceleme, ne nerededir, hangisi doğrudur demeden, hazıra alışmış bir toplumuz. Ve hayata, tarihe, insana, bilgiye alışmış olduğumuz bu bakış açısından kurtularak, daha doğruya, daha iyiye, daha güzele nasıl ulaşabiliriz ile okuma ve araştırma, inceleme ve sorgulama kültürüne yeniden kavuşmamız gerekiyor. O zaman bir farklı sahalarda kendimizi geliştirebiliriz, ilerleyebiliriz. Benim çalışma alanım olan belgesel minyatür çalışmalarına gelirsek, tabii ki bu yapacağım yöre ya da şehir için ciddi bir araştırma belgesel bir dosya oluşturmak gerekiyor. Yani her eserin bir kimlik dosyası oluşuyor bir anlamda. Yaklaşık 25 yıldır Türkiye minyatürü çalışıyorum ve bütün şehirlerimizi yapmaya çalıştım. Biz okuma alışkanlığı olmayan bir toplumuz ve benim minyatürlerime bakıldığı zaman, o şehrin bütün kültür miraslarını, doğal yapısını, tarihi buluntularını, geçmiş ile günümüz arasındaki kültürel geçişleri ve şu anda olmayan kültürleri de yerinde, canlandırarak resmetmeye çalışıyorum.
VAR OLAN KÜLTÜR VARLIKLARI YOK EDİLİYOR. YAZIK!
Minyatür sanatı bizim kültürümüzde, ilk yapılma amacı nedir ve daha çok hangi amaç ve nerelerde yapılmıştır?
Minyatür sanatı, aslında daha çok bir kitap sanatıdır ve kitap sanatları olarak geçer. Çünkü, resim dinen yasak sayıldığı için, tabii ki bu ayrı konu ama kitap içerisinde, her dönem ve o dönemin padişahları ya da imparatorları, bir kültür göstergesi, varlık göstergesi ve var olan değerlerin çalışılması için, onların emri ile saray ressamları, bu kültürü resimlemişler. Baktığımız zaman astronomiden, mühendislik harikalarına kadar, çok farklı ve geniş zengin konuların çalışıldığını ve resmedildiğini görüyoruz, minyatür olarak. Mesela Selçuklu Devleti Anadolu'ya geldiği zaman, kültüre ve kitaba verilen önem ve değeri. O asırlarda yeni gördükleri coğrafyalardaki kültürü yok etmiyor, karşı çıkmıyor ve kendi kültür dairesi içine alıyor ve gelişiyor, yenileniyor, öz kültürünü red etmeden, yakmadan, yıkmadan, yok etmeden, yaşıyor, paylaşıyor ve yaşatıyor. Ya şimdi öyle mi? Var olan kültür varlıkları, savaş nedeni ile yok ediliyor. Ama olanlara ve kalabilenlere sahip çıkmamız ve kıymetini bilmemiz gerekiyor.
NİLGÜN GENCER KİMDİR?

İstanbul'da doğdu. Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Tıp Tarihi Kürsüsü'ndeki Geleneksel Türk Sanatları Atölyesi'ne 1971-1979 yılları arasında devam etti. Azade Akar, Melek Antel, Cahide Keskiner ve Ülker Erke'den Minyatür dersleri aldı.1976 yılında, Türk Süsleme Sanatları Eğitim Merkezi'nde eğitimini tamamladı. 1989-1991 yıllarında, Antalya'da minyatür dersler verdi; Türk süsleme sanatlarını ve minyatürü tanıtıcı etkinliklerde bulundu. 1992'de Cerrah Paşa Tıp Fakültesi Deontoloji Anabilim dalı bünyesinde faaliyet gösteren Ahmet Süheyl Ünver Nakışhanesi'nden onur belgesi aldı. Türkiye'nin şehirlerini tarihi ve kültürel özellikleriyle yansıttığı minyatürleri 2005 yılında, Türkiye Aile Sağlığı Planlaması (TAP) vakfı tarafından kartpostal olarak basıldı. Eserleri aralarında Atatürk Müzesi ve Basın Müzesinin bulunduğu, çeşitli kamu koleksiyonlarının yanı sıra, yerli ve yabancı özel koleksiyonlarda yer almaktadır. 1989'dan günümüze Minyatür çalışmalarını bağımsız olarak İstanbul'da sürdüren sanatçı, 2012 yılından itibaren MİM Sanat Akademisi bünyesinde, minyatür dersleri vermeye devam etmektedir.
Seçilmiş sergileri arasında;
Galeri Ansan, Antalya (1992); Gül Mine Galerisi, İstanbul (1996); Atatürk Müzesi, İstanbul (2002); Deniz Müzesi, İstanbul (2009); "Geleneksel Türk Kitap Sanatları, Bugünün Ustaları" sergileri, İstanbul (2008-2010); All Arts İstanbul (2013) bulunmaktadır. Uluslar Arası Moda Festivali "Geleneksel Motifler Hilton İstanbul (1982); Uluslar Arası İhracat Fuarı "İpek deri ve Güderi" üzerine çizdiği özgün motifler Tüyap İstanbul (1982); Basın Müzesi İstanbul (1992); Galeri Ansan Antalya (1994); Cerrahpaşa Tıp Fakültesi / Temel Bilimler Sergi Salonu İstanbul (1996); Gül Mine Sanat Galerisi / İstanbul (2002); Atatürk Müzesi Şişli (2004); Hürriyet Medya Towers İstanbul (2009); Deniz Müzeisi Beşiktaş (2008/2010); Geleneksel Türk Kitap Sanatları "Bugünün Ustaları" sergilerine katıldı ve eserleri Tüyap, Bağlarbaşı Kültür Merkezi, Şile Kültür Merkezi, Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi'nde sergilendi. İstanbul All Arts İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı (2013); Mim Sanat Galeri Aşk-ı Türkiye (2013); Kozzy Sergi salonu; Mim sanat Akademisi Karma sergi (2014); CKM sergi salonu Mim Sanat Akademisi Karma Sergi (2014); Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi Çağdaş Minyatüre Bir Bakış (2014); CKSM Çağdaş Minyatüre Bir bakış (2015).