ANADOLUHİSARI (5)

Abone Ol

İstanbul’da alternatif gezi rotamız sürüyor… Çağlar açıp-kapatan, bir Dünya Cenneti olan, doğa ve kültür turizminin başkenti ve içinden su akan; nice sevda öykülerine ve romantik şiirlere esin kaynağı olan İstanbul gezimiz Modern Seyyah-Yoleri Gezgin Derviş rehberliğinde sürüyor… Yolunuz ve bahtınız açık olsun…Ne varsa ya da yoksa paylaşılırdı. Yirmibeş kuruşun hesabının yapıldığı yurt hayatımdan sonra bana çok tuhaf gelmişti bu ama alışmıştım. Bir çanakı vardı eski büfesinin üstünde. İçinde para olurdu her daim. Herkes oraya para eklerdi, bazen de ihtiyacı olan ihtiyacı kadar alırdı. Para onun için bir şey ifade etmezdi. Nasılsa yaşam bir şekilde sürüyordu, “gerisi hikaye” idi onun için. Tuttuğu balıkları asla satmazdı ben onu tanıdığımda ama sattığı ve hapiste olan dostlarının (genellikle edebiyatçılar falandır onlar, biliyoruz) ailelerine yardım için götürdüğü parayı elde ettiği zamanlar da olmuştu. Balıkların yanında verirdi onları da, ama onlara “uğrayış” nedeni aslında para da bırakmaktı tabii ki o güzel adamın. Bir gün babamın benim düşüncelerime karşı olan, ters bir adam olduğunu söylüyordum ki hemen sözümü keserek “Sakın, babam balık tutar diyorsun bir de kötü adam diyorsun… İkisi bir arada olamaz, hem seni yetiştirmiş bak, o adam kötü olur mu hiç?” demişti ve bunu uzun yıllar düşündüm sonradan. Hiç kimse hakkında kötü konuştuğunu duymadım zaten ama bazı siyasilere söverdi, iyi de söverdi hani.

Hayvanları severdi, bahçesinde yumurta için beslediği tavukları vardı, tavşanları da vardı. Tavşan sülalesi Leonid Brejnev’in hediyesi olarak Sovyet Rusya’dan gelmişti. Bir çiftten yıllar içinde bahçesini tarumar eden bir tavşan ordusuna dönüşmüştü tavşanlar. Çocuklara hayvan sevgisi için armağan ettiğini bilirim. Ölümünden sonra öksüz kaldılar…

Bostan dediği küçük bir bahçede her şeyi ekerdi, taze taze onları da balıklar gibi paylaşırdı tanıdığı herkesle. İlk oğlumun hamileliğinde de, Paşabahçe’ye taşındığımız halde haftada iki kez bana balık getirirdi, lüfer. Et alacak param olmadığını biliyordu ama hiç de yüzüme vurmadı bunu. “Özledim kızımı, geçiyordum, uğradım” larındandı güya… Asla unutamam o güzelliğini, oğlum çok sağlıklı doğdu. Onu her gördüğünde çok mutlu olurdu reis dedesi.
Çok tutumlu bir insandı Ahmet Amca. Üzerine yazı yazabileceği hiç bir şeyi atmazdı ve şekilde tuttuğu bir dolu notu vardı. Sigaraların paket kağıtlarının ters çevrilmiş haline tuttuğu notlar vardı mesela. Kese kağıdına, paket kağıdına tuttuğu notlar, çizdiği resimler bile vardı. Her yıl bir ajanda edinir günlük yazardı. Kimler gelmiş, ne olmuş, o gün ne hissediyorsa… Kısacık notlar ama işte tam da onlar Ahmet amcadır ya.

Devamı yarın…