Başıboşluk

Abone Ol

Türkiye’de kaç çeşit millet yaşadığını yetkililer dahil kimse bilmiyor.

Ülkemiz yol geçen hanı gibi kafası esen geliyor, hele Suriyeliler şehir değiştirir gibi ülkemize girip çıkıyor.

Kayıt tutan yok, hesap soran hiç yok…

Suriyelilerin ülkemizde cirit atmasını, hatta birçok olaya karışmasını normal karşılar olduk.

Birlik olup adam dövüyorlar, işyeri basıyorlar, ne yazık ki, “Ben Suriyeliyim” diye bize bile hava atıyorlar.

Suriyelilerin başıboş hareket etmeleri ve kafalarına göre takılmalarına son günlerde Afganistan’dan gelen bazı gruplar da eklendi.

Ülkemize yasal yollarla gelen, dürüst ve namusuyla çalışan Afganlıları tabii ki tenzih ediyoruz.

Bazı Afganlılar, neredeyse hiç mültecinin yaşamadığı Kadıköy Moda sahilinde Afganistan bayrağı açarak poz verdiler. Doğu Türkistan ve Afganistan’dan gelenler başta olmak üzere Türk göçmenlerin yoğun şekilde bulunduğu Zeytinburnu sahilinde Afganistan bayrağı açarak Taliban propagandası yapıldı. Sultanahmet meydanında, hatta Ayasofya Camii içinde pankart açarak gösteri yaptılar.

Gösteriye ilişkin resim ve video görüntülerini de sosyal medyada paylaşıyorlar.

Şehir merkezinde Türk bayrağı açarak gösteri yapmaya kalksan hemen başına polis dikilir. Gösteriye de yürüyüşe de izin vermezler.

Düşünün avukatların yürüyüşüne de Ankara’ya girişine de izin verilmedi.

Buna rağmen, hele hele salgının bu kadar yaygınlaştığı günümüzde Afganlılar bu kadar cüretkâr nasıl hareket edebiliyor?

Hiç kimse görmüyor mu, yoksa görmek mi istemiyor?

Adeta gövde gösterisi yaparcasına İstanbul meydanlarında cirit atan bu grup, Afganistan’da Taliban zulmünden kaçarak ülkemize sığınan Tacikler ile özbe öz Türk, Özbek ve Türkmen kardeşlerimiz arasında korkuya sebep oluyor.

Özellikle Zeytinburnu’nda yaşayan soydaşlarımız seslerini duyurmak istiyor, birçok yasa dışı olaya karıştıkları da söylenen bu gruplara karşı tedbir alınmasını bekliyor.

Bu kişiler arasında özellikle kumar ve uyuşturucu ticareti yapanlar ile terör örgütü bağlantısı bulunanların tespit edilerek hemen sınır dışı edilmeleri şarttır.

Meydan üç beş soytarıya bırakılmamalı, yetkililer çok acil tedbir almalıdır.

*****

Ömer Seyfettin ve Nakarat

Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarından Ömer Seyfettin, 1903 yılında (19 yaşında) Harbiye Mektebini bitirerek teğmen oldu. Bir süre İzmir’de, Zabit ve Nefer Mektebinde öğretmenlik yaptı. Daha sonra Bulgaristan Yakorit sınır bölüğüne atandı. Balkan Savaşı sırasında Bulgarlarca tutsak alındı. Yanya Kalesinde bir yıl tutsak kaldı.

Mahpus tutulduğu yapının penceresinden dışarı bakarken bir Bulgar kadınına âşık olmuştu Ömer Seyfettin. Kadın, her gün onun penceresinin önüne geliyor, Bulgarca bir şarkı söylüyordu: “Naş, naş, Çarigrad naş…”

Ömer Seyfettin Bulgarca bilmiyordu ama kadının duygulu sesiyle kendisine aşk sözleri söylediğini sanıyordu. Her gün düzenli olarak kendisini görmeye gelen kadından hoşlanmaya başlamıştı. Günler içinde ona âşık olmuştu.

Genç subayın hayatında başka bir kadın da olmamıştı o güne kadar. Hiçbir kadın ya da kız onun için şarkılar söylememişti böyle. Kadının gelmediği günler onu özlüyor, gözü yolda oluyordu.

Savaştan sonra tutsaklıktan kurtuldu, özgürlüğüne kavuştu Ömer Seyfettin. Osmanlı Devleti, Balkanlardan çekilmişti. Genç subayımız da İstanbul’a döndü. Ama aklında hep kendisi için aşk şarkıları söyleyen Bulgar kadını vardı.

İstanbul’da ilk işi, şarkı sözlerinin Türkçesini öğrenmek oldu. Unutamadığı o şarkının Türkçesi şöyleydi:

“Bizim olacak, bizim olacak, İstanbul bizim olacak…”

36 yıllık kısa ömründe Türk edebiyatına damga vuran hikâye yazarımız Ömer Seyfettin daha sonra, tutsaklık günlerinin bu komik aşkından, “Nakarat” isimli güzel bir hikâye çıkaracaktı.

***** 

TEBESSÜM

Lastik

Temel’in kamyonu fazla yükten dolayı bir üst geçidin altında sıkışır.

Temel, yardımcısı Dursun’la aşağı inip kamyonu nasıl kurtaracaklarını tartışmaya başlar.

Dursun;

- Eğer lastiklerin havasını indirirsek kamyonu buradan çıkarabiliriz.

Temel kızar:

- Sen manyak mısın? Sıkışan yer kamyonun üstü sen ise altı ile uğraşırsın.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki, dil onları telaffuz edemez.

Kızılderili atasözü