Bir Kez Gönül Yıktın İse

Abone Ol


Yunus'un şiirlerini Molla Kasım derler tutucu bir softaya getirirler. Molla şiirleri okumaya başlar. Binlercesini şeriata aykırı bularak yakar, binlercesini suya atmaya başlar. Sıra bir şiire gelmiştir:

"Yunus Emre bu sözü, / Eğri büğrü söyleme. / Seni sigaya çeken,  / Bir Molla Kasım gelir." dizelerini okuyunca, Molla Kasım "Eyvah!" der. Yakmadığı, suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklamaya başlar. Der ki, "Bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de insanlar söylermiş."

Günümüzde anlaşılan elde tespih, dilde dua, her şeyden elini ayağını çekmiş derviş modeliyle, Yunus'un dervişliğinin ilgisi yok.

Yunus'un dervişliği gönül yapma sanatı. Gönül kırmamak, hiçbir canlıyı incitmemek, gönül almak, büyük taslamamak, geçimli olmak, bilgili olmak gibi kavramları Yunus'la özdeşleştirebilirsiniz.

"Herkes ayıbını ve kötülüğünü görebilmeli ve bunları düzeltmek için çaba göstermelidir" diye düşünür ve der ki:

"Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil"

Tasavvuf ve halk edebiyatımızda 13. yüzyıldan yakın yüzyıllara kadar, Yunus adlı birçok ozanın yaşadığı ve bunların şiirlerinin bir birine karıştığı söylenilir. Olabilir. Ama ulusumuz onlarca Yunus'tan bir tek Yunus Emre var etmiş. Manevî olarak var edilen Yunus, iki kulvarda  yaşamını sürdürüyor. Bu kulvarlardan birine tasavvuf bilim dünyası, diğeri halkın kalbi, belleği, söylenceleri diyebiliriz.

Yunus, kendi eğitim amacını açık seçik şöyle ortaya koymakta:

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen; bu nice okumaktır?

Okumaktan ma'na ne; kişi, Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmedin, ha bir kuru emektir."

Yunus'un bu hali, ümmi, okuryazar olup olmadığı tartışmalarını gündeme getirmiş.  Onun, "Âşık-ma'şuk birdir bile,/  Aşktan gelir her menzile/ Biçare Yunus ne bile,/ Ne kara okudu ne ak." dizelerine dayanarak, bazıları okuma-yazma bilmez bir ümmî âşık olduğu savunur.

Menkibeler, Yunus Emre'nin ümmiliği yani okuryazar olmadığı konusunda ısrar ediyor. Bu, onun halka çekici ve hoş gelen bir yanıdır. Derler ki, çocukluğunda okula gitmiş ama bir türlü elif be'yi sökememiş ... Onun için de ötesini okumamış.

"Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü.
Yaradılanı severiz,
Yaradan'dan ötürü" demesi bundanmış.

Kendi şiirlerini örnek göstererek ümmi olduğunu öne sürenler bilmelidir ki, ümmilik tasavvufun ana esaslarından biridir, Allah'ın  bilgisi karşısında bilgisizliğe; insanın ekilmemiş tarla, yazılmamış kâğıt gibi temiz olmasına tasavvufta ümmilik denilmekte.

Yunus'un gönlünün, güzel yüreğinin bir aynası olsaydı. Kim bilir neler göreceklerdi?

Yunus'un iki kulvarda yaşadığını belirttim. Her kulvar Yunus'u kendi dünyasına götürmek istemiş. Medrese kökenliler, Yunus'un ölümünden sonra düzenledikleri divanını ve Risalet-ün-Nushiyye'sini kendilerince yorumlamışlar, bir anlamda Yunus'u zamanın modasına uyarak Araplaştırmaya, tasavvuf yolunu da Mevlâna'ya bağlamaya çalışmışlar.

Diğer kulvar, Yunus'u Hacı Bektaş'a ve oradan da halkın kalbine götürmüş, halkla bütünleştirmiş.

Yunus, Türk dilinin horlandığı Yıllar içinde Türkçe söyleme güzelliğini yaşadı. Dil bayrağımızı yüzyıllar ötesinden günümüze taşıdı. Din dilinin Arapça, şiir ve resmi yazışma dilinin Farsça olduğu yıllarda Yunus, halkına, halkının diliyle seslenmeyi yeğledi... O'nun kullandığı binlerce sözcük, hala taptaze, dilimizde yaşıyor.

İlâhi aşkı yansıttı. "Yaratan"dan ötürü "yaratılanı" sevdi. "Yetmiş iki millete bir gözle" baktı. "Dövene" elsiz, "sövene" dilsizdi. Şiirleriyle ilâhi düşünceyi yansıtırken, insanı göz ardı etmedi.  Karışıklıklarla dolu döneminde Anadolu halkına gerçek anlamda, bütün çağlarda geçerli olacak "insan" düşüncesini yaymaya çalıştı.

Halkını aydınlatmayan çağın okuryazarlarına, Tanrı'nın buyruklarından sapmış mollalarına karşı savaş açtı. Gerçek bir kültür taşıyıcısı, şiir ustası, gönül adamı, sevgi denizi olmuştu.