Kimi Dede Korkut oldu Kopuzuyla bize Oğuzili’nin yiğitlik destanlarını söyledi, insanlara yiğitliği, mertliği, doğruluğu, güzelliği öğütledi. Boy boyladı, soy soyladı.
Boz Atlı Hızır oldu, evimize, bahçemize, yurdumuza yeşillik, bereket ve ümit mi bağışladı.
Boynunda haçı, sırtında koparılmış çam fidanı ile bize her şeyi yabancı olan Noel’i, annelerimiz, ninelerimiz, dedelerimiz bizlere anlatmadı. Dinlediğimiz masallarda, destanlarda yahut tarihimizde, türkülerimizde Noel Baba yok.
Ama halkımızın sevdiği Boz Atlı Hızır, milyonlarca çocuğumuz için yine de var. İşte o Hızır bize zembil dolusu cicili bicili aldatmacalar değil ama ümit ve ferahlık getirirdi.
İnanırdık ve bilirdik ki Hızır Aleyhisselâm bizi darda, yolda, karanlıkta bırakmaz. Hem öyle allı pullu esvaplarla, durup dururken bacadan da inmezdi. Çok sıkılıp çaresiz olduğumuz demlerde onu Allah yollardı. Tipide, fırtınada, bir tehlike anında Hızır’ın gelmesi demek; “Hayatta çaresizlik yok, Allah bizi unutmaz ve kurtarır” demekti.
Rahmetli Ahmet Kabaklı bir yazısında şunları yazıyor:
Yalnız ve yoksul soframızda güler yüzlü anam; bazı geceler bizi yıkayıp giydirdikten sonra:
– Temiz olun, dua edin, hiç de üzülmeyin, Hızır Aleyhisselâm belki bu gece gelebilir, evimiz neşeyle, bet bereketle dolar, derdi.
Boz atıyla gelen Hızır, kutsal elini, ihtiyacımız olan bir şeye sürdü mü, artık o şey bitip tükenmez olurmuş. Yüzümüze bir baksın, çok güzel ve sağlıklı olurmuşuz. Ayağını evimize atsa artık bolluktan, bereketten, şekerden yemişten geçilmezmiş.
Anlatırdı anam:
Yarı çavuş mahallesinde hani yeni genç yaşında üç çocuğu ile dul kalmış Sabriye Hanım var ya... İşte o, bir gün dut pekmezi kaynatırken, kapı çalmış. Açmış bakmış ki nur yüzlü bir ihtiyar:
– Tanrı misafiriyim kızım, demiş. Hava dehşetli soğuk. Dizlerimde derman kalmadı. Bu gece izin verirsen misafirin olurum. Erkenden çıkar giderim.
Kadın, ne de olsa korkmuş, çocukları küçük... Tam “Başka kapıya biz senden daha yoksuluz!” diye cahillik edecekken, gözü ihtiyarın yüzüne ellerine takılmış: öyle bir aydınlık ki... Sabriye kadın, mutlu bir rüyaya geçmiş, sanki büyülenmiş gibi “buyur” etmiş ihtiyarı.
Nesi var ki ikram edecek, fukara kadın çocukların önündeki çorbadan, pekmezden birer kepçe getirip, saç ekmeğiyle misafirinin önüne koymuş. İhtiyar onu yeyip:
– Allah razı olsun, evinizden bet bereket eksilmesin! diye dua etmesi ile pekmezler, bulgurlar, unlar, yemişler, sinilerden, sepetlerden, çuvallardan nerdeyse taşmaya başlamış.
Bir de üç çocuğunun yanağını okşamış mı sana, yanaklarda pembe pembe güller açılmış. Bir de kadının elini tutmuş mu sana, Sabriye hanımın bileğini artık kimse bükemiyormuş. Pek de fazla oturmadan:
– Gam çekme kızım! Bu yavruları veren Allah büyütür. Sen çalış, ibadetini yap! Bu evin, bu çocukların yoksulluk yüzü görmeyecekler! deyip yürümüş.
Geçtiği yerler, kıştan soğuktan sıyrılıp yemyeşil oluyormuş. Altın bahtlı Sabriye Hanım, ardından bakakalmış. Gelenin Hızır Aleyhisselâm olduğunu neden sonra anlamış ki sırr... Hızır Benli Boz’una binip ansızın kaybolurmuş derler.
Bizim halk şiirimizde Noel’le ilgili hiçbir iz yoktur. Ama Hızır’la ilgili yüzlerce deyiş, türkü var. Yarın ki yazımda Kemter babadan bir örnek vererek konuyu biraz daha açacağım.