Bunca kahrı bunca derdi

Abone Ol

Bir seher vaktinde indim bağlara

Öter şeyda bülbül gül yarelenir

Bakmaz mısın sinemde ki dağlara

Derdim dökmeye dil yarelenir

Boş geçirmeyelim gel bu çağları

Dolaşalım sahraları dağları

Bir gün gazel döker ömrün bağları

Eser sam yelleri dal yarelenir

Daimi’yim eder çeşm-i çırağı

Dostun muhabbeti cennet otağı

Ancak şu dünyada derdim ortağı

Sazım figan eder tel yarelenir”

Konumuz yukarıya bir deyişini aldığım Âşık Daimi. Bugün ve yarın ondan söz edeceğim. 1932 yılında İstanbul’da doğan Âşık Daimî’nin dedelerinin aslı, Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlıyken, daha sonra Çayırlı ilçesine bağlanan Kara Hüseyin köyündendi. Bu köyden Sivas’ın Kangal ilçesine bağlı Elalibey köyüne nakledilmişlerdi.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Dersim ve Malatya’dan gelenlerle birlikte bir süre, Kangal’a 32 kilometre uzaklıkta bulunan bu köyde kaldılar. Daha sonra İstanbul’a göç ettiler. Âşık Daimî’nin babası Musa Dede, Annesi Selvi Hanım amaca çocuklarıydı. Alevi Bektaşi inanç sistemi içerisinde Ocakzâde bir soyundan geliyorlardı. Asıl adı İsmail Aydın olan Âşık Daimî, 1932 yılında İstanbul’da doğdu. İki dedesi de âşıklık geleneğinden gelmişti. Saz çalıyorlar, deyiş söylüyorlardı. Evlerinde Alevi inancının yedi ulu ozanının sözü eksik olmazdı.

Bu yıllarda öğrendiği ve İstanbul Radyosunda Yücel Paşmakçı’nın notasını yazdığı Pir Sultan deyişi şöyleydi:

Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş

Korudur da benli dilber korudur

Gülünü dererken dalını kırmış

Kurudur da benli dilber kurudur

Neredesin de dudu dillim nerede

Neredesin de kömür gözlüm nerede

Bu meydanda serilir postumuz

Çok şükür mevlaya gördük dostumuz

Bir gün kara toprak örter üstümüz

Çürüdür de benli dilber çürüdür

Neredesin de dudu dillim nerede

Neredesin de kömür gözlüm nerede

Pir Sultan abdal’ım başımdan başlar

İyisini korda kemini taşlar

Bin çiçekten bir kovana bal işler

Arıdır da benli dilber arıdır

Neredesin de dudu dillim nerede

Neredesin de kömür gözlüm nerede.”

İsmail Aydın’ın ailesi, 1940’lı yıllarda tekrar Kangal’a daha sonra Tercan’a döndü. İsmail Aydın yedi çocuklu ailenin üçüncü çocuğuydu. Genlerinde âşıklık yeteneği vardı. Yedi yaşında dedesi Dursun Dede’den ilk derslerini almaya başladı. Kısa sürede sesine sazını, sazına sesini katmaya başladı. Gelenektir; âşıkların rüyasında dolu içtiğine ilişkin bir hikâyesi vardır. O da rüyasında pîr elinden bade içtiğini o andan itibaren adının “Âşık Daimi” konulduğunu söyleye geldi.

Âşık Daimî’nin Âşıklığın gül dikenli yollarındaki yolculuğunu anlatmaya bir türküsünü hatırlattıktan sonra devam edelim:

Bunca kahrı bunca derdi

Mevlâ’m yalnız bana verdi

Eller muradına erdi

Gitti cananım gelmedi.”

Âşık Daimî, uzun süre usta bildiği hemşerisi Âşık Davut Sularî ile birlikte yurdu köy köy, kasaba kasaba dolaştı. 1948 yılında ilk plağını doldurmuştu. Âşıklarla bir araya geliyor, sohbetlerde bulunuyordu. Halk konserlerine katılıyor, seviliyor, sayılıyordu. Birlikte olduğu Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Dursun Cevlanî, İsyanî, Potik Dede, Âşık Davut Sulari kendisinden yaşça büyüktü.

Kendisinde yaşça küçük, sevdiği ozanlar arasında Âşık Beyhanî, Âşık Mahzunî, Ekberi bulunmaktaydı. Daimî kendi şiirlerini, deyişlerini söylediği gibi usta malı türküleri de okuyarak geçmişi günümüze taşıyordu. Tabi Pir Sultan ve Karacaoğlan başta geliyordu. Onun repertuara kazandırdığı bir türkü şöyleydi:

Geçti gitti vatanına yurduna

Dayanamam hasretine derdine

Uçurdum turnamı dağlar ardına

Felek bizi nazlı yârdan ayırdı”

Yarınki yazımda asıl adı İsmail Aydın olan Âşık Daimi’yi hangi ozanların etkilediğini belirtirken bizlere armağan bıraktığı eserlerinden örnekler vereceğim.