Derler ki matem ehlinin bayram arttırır yasını. Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden iki buçuk ay geçti. Elli binin üzerinde vatandaşımız can verdi. İki misli yarandı. Ya geride kalanlar? O çocuklar, ille de o çocuklar…
Baktığım fotoğraf bir toprak yığınının. Baş ucuna bir tahta dikilmiş. Üzerinde “Kimsesiz bir kız çocuğu” diye yazıyor. 5 Şubat günü anası, babası, kardeşleri, arkadaşları vardı. Şimdi hiçbiri bilinmiyor ve kimsesiz bir kız çocuğu. Sus kalbim sus! Ağlama gözlerim ağlama. Hüviyeti bilinmeyen kaç çocuğumuz var? Annesini, babasını kimseler bilmiyor. Devlet koruması altına almış.
İşte onun için içimiz buruk. Buruk değil kan revan… Ama yine de bayram. Onu da yaşamak gerekli.
Hani dedik ya bayramlar sevinç günleridir diye. O zaman hüznü bir yana bırakıp bayramın özüne dönelim. Âşık Ali İzzet, “Şu sazıma düzen ver / Teller de muradın alsın / Gel beni tenhada gör / Diller de muradın alsın” diye başladığı şiirini söyle tamamlıyor:
“Ali İzzet görüşelim
Bugün bayram barışalım
Aç göğsünü sarışalım
Kollar da muradın alsın.
Taptaze aşk mektuplarında vardır bayramın adı. Ahmet Muhip Dranas’ın olduğu gibi:
“...Ay aydınlığım, gün ışığım, canım,
Bayramım, bolluğum, yemişim, yenim
Göz yaşımı gözden gizli silenim!
Pek garipçe kaldım köyümde ıssız,
Otsuz ocaksız, akılsız, ayvazsız.
İki elin kanda olsa durma tez
Dağ başını duman almadan beri,
Eyüp sabrım, eyi düşlerim yoru,
Yet bu yana! Avareyim, yet, yürü! “
Bayramlar, kararan dünyalara bir bahar gibi doğar. En sevecen, en coşkulu duygular sarar ruhu, bedeni. En güzel giysiler giyilir rengârenk. Yüzyıllar boyu bu böyledir. İşte onun için Karacaoğlan da dağlarda baharı anlatırken şöyle benzetir:
Çukurova bayramlığın giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar.
Bayramlarda öncelikle çocuklar geliyorsa aklımıza. Şiirlerin odağında da çocuklar olmalı. Öyle de olmuş. Şiirlerin bir bölümü, hayallerimizi uçurduğumuz, salıncaklardan yükselip ötelere, daha ötelere doğru yükselmek arzusu ile dolduğumuz günleri hatırlatıyor. Herkesin bu günlerde yaramazlıkları, kaçamakları olmuştur. Nedense hep kargalar söyler annelere bu yaramazlıkları. Rüşvete çocukluk günlerinden alışkanlığımız var. Orhan Veli de rüşvet vericilerden. Bir bayram gününü anlatırken şöyle diyor:
“Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezareti’ne gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!”
Sevgili dostlar bunları yazıyorum ama, bu bayram gününde gönlüm hoş değil. On bir ilimizde yaşanan deprem felaketi, yitirdiğimiz canlar, yaralılar…Yersiz, yurtsuz, susuz kalanlar. Şehitlerimizi, şehit ailelerinin evlerini gözlerimin önüne getiriyorum. Öf ki, öf! İçim kan ağlıyor.
Geceler yarim oldu anam anam garibem
Ağlamak karım oldu anam anam garibem
Evvel böyle değildim anam anam garibem
Sebebim zalim oldu anam anam garibem
Bayram gelmiş neyime anam anam garibem
Kan damlar yüreğime anam anam garibem
Yaralarım sızlıyor anam anam garibem
Gülmek benim neyime anam anam garibem
Bilmiyorum bu türkü bu bayram pek çok insanımızın duygularına tercüman olacak mı? Olur desek de, olmaz desek de, sevinç de, hüzün de yaşamanın ayrılmaz parçası. Bilenen ve tekrarlanan temennidir: “Kalpler vardır sevgiyi yaşatmak için, insanlar vardır dostluğu paylaşmak için ve bayramlar vardır sevgi ile kucaklaşmak için. Ramazan Bayramınızı kutlarım.”