28 Ocak 1953'de İstanbul'da öldü. Babasının görevli bulunduğu Urla’da, amatör bir neyzenden nota ve usul bilgileri öğrenerek ney üflemeye başladı. İzmir İdadisi'ni bitiremedi. Farsçayı kendi kendine öğrendi. İzmir Mevlevihanesi’ne girdi. Daha sonra İstanbul'da Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti. 1902'de Bektaşi dervişi oldu.
Neyzen Tevfik, toplum kurallarına uymadan yaşadı. Sazını bir geçim kaynağı yapmadı. İçinden geldiği zaman üfledi. Belirli müzik kurallarının dışına çıkar, ama hep duyarak çalar ve dinleyenleri etkilerdi. Yüze yakın plak doldurmuştu. Neyzenliğinin yanı sıra yergi ve taşlamalarıyla adını duyurmuştu. Ününün yaygınlaşmasının, halk tarafından sevilmesinin nedeni buydu..
İşte rastgele aldığımız bir dörtlüğü:
Delikli demirin vurmazı olmaz
Ardına geçip de göz uydurmalı
Şu insan oğlunun kanmazı olmaz,
Özünü bilip de söz uydurmalı.
Neyzen Tevfik, dilinin eski olması nedeniyle günümüzde zor anlaşılıyor. Ancak, yergilerinin hedefi değişmedi. Politik ve inanç baskılarına, çıkarcılığa toplumdaki tüm haksızlıklara karşı söyledikleri güncelliğini korumakta.
Bir toplantıda ney çalarken zamanın ileri gelenlerinden birisi, başka bir kodamanla konuşur. Neyzen bu hale içerler ve ney’ini bırakarak şöyle söyler:
“Sanma ciddiyet ile sarf ederim san’atımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir.
Bezm-i meyde süfehanın saza meftun oluşu,
Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir.”
Soyadı Kolaylı olan Neyzen Tevfik’in ilk şiir kitabı “Hiç” adıyla 1919 yılında yayınlanmıştı. Otuz yıl sonra “Azab-ı Mukaddes” yayınlandı. Nihavent ve Şehnazbuselik saz semaileri vardı. Kim bilir belki birilerinin taş plaklarında yaşıyordur. Ama yüzlerce nüktesi, fıkralaşmış anekdotu, dost meclislerinde anlatılıyor, onlardan bir pay çıkaran da çıkarıyor.
Bunların arasında kısa bir gezinti yapmak istiyorum:
Yeşilaycı bir profesör, "içkinin zararları" konulu bir konferans veriyormuş. konuşmasının bir yerinde sormuş:
-İki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba?
Dinleyiciler:
-Suyu..! demişler.
-Neden suyu içer..? demiş profesör,
Neyzen hemen atılmış:
-Eşekliğinden!!!
Ahmet Rasim milletvekilliği döneminde bu espriyi Mustafa Kemal'e anlatmış. M. Kemal bunu çok beğenmiş.
Beraberindekilerle bir akşam çiftliğinde içerken, az ötede dolaşan bir köylü çocuğunu yanına çağırarak sormuş :
-Biz ne yapıyoruz ?
-Rakı içiyorsunuz.
-Söyle bakalım, iki kovadan birine rakı diğerine su doldursak, bunları eşeğin önüne koysak,eşek hangisini içer ?
-Rakıyı.
-Aman,demiş, sebebini sormayalım!!!
+
Neyzen, bel ağrılarından yakınmaktadır. Doktorlardan biri: "En iyisi şişe çekmek" der, "ağrılardan kurtarır seni."
Ertesi gün bir dostu, Neyzen'i kaldırıma uzanmış, elinde rakı şişesini tepesine dikmiş şekilde görünce :
-Üstad, rakıyı bırakacağını söyleyip duruyordun, bakıyorum azaltacağına ölçüyü büsbütün kaçırmışsın. Neyzen, dostunu yattığı yerden süzer:
-Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum. Bel ağrılarından şikayet ediyordum; doktor "şişe çek" dedi.
+
Birinci dünya savaşında iki gözünü kaybeden bir tanıdığıyla söyleşmektedir. Tanıdığı sorar:
-Durumu nasıl görüyorsun Tevfik'ciğim?. Neyzen "karanlık" diyecekken vazgeçer,
--Sizin gördüğünüz gibi, diye cevap verir.
+
Soruyorlar:
“Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemidir. Neyzen:
"Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım. "
+
Neyzen Tevfik, yobazlık ve irticadan korkmuştur. Bir gün ağabeyi Şefik Kolaylı’ya şöyle der:
“Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine,
Yurda şâhane cehalet yeni baştan bürüdü.”