Çıkmaz sokak

Abone Ol

Türkiye’de siyasette bir günde yaşanan gelişmeler ve değişiklik, üçüncü sınıf dünya ülkeleri dahil herhangi bir ülkede bir yılda bile yaşanmıyor.

O kadar hızlı değişiyor ki, bu yazıyı yazarken var olan bir siyasi hareketlilik, okurken tamamen tersine dönebiliyor.

Ne yazık ki, değişmeyen tek gerçek, siyasi ihtiras ve kişisel çıkar hesaplarıdır…

1980 öncesinde otel lobilerinde yapılan siyasi pazarlıklar, ne yazık ki bugün değişik türleriyle siyasi hayata egemen olmuş.

İlkesizlik, temel kural benimsendi…

En katı ideolojik partiler bile sağa sola yalpalamaktan helak oldu.

Dikkat edin, siyasette ideoloji kalmadı, fikir ve düşünce kalmadı, plan ve proje zaten hiç olmadı.

Hep kişiler konuşuluyor, kişiler üzerinde hesap yapılıyor.

Daha açık ifade ile herkes koltuğunu korumak derdinde, makamı olmayanlar da bir makam kapabilmek savaşında…

Çok değil bir ay öncesinde Türkiye korkunç bir deprem faciası yaşadı, hâlâ yaşıyor…

Depremi unutmayalım, depreme hazırlıklı olalım, fay hattı nerelerden geçiyor diye sabaha kadar ekranlarda konuşuluyor, gazetelerde yazılıyordu. Sosyal medya bile buna odaklanmıştı…

Şimdi deprem haberleri neredeyse kalmadı.

Deprem bölgesinden yardım, hatta imdat sesleri yükseliyor. Neredeyse kimse duymuyor.

Hatay’da bir anne “Su yok” diye feryat ediyor.

Çadırımız yok diye isyan edenler, diğer yandan enkaz başında en azından yakınlarımızın cansız bedenine ulaşalım diye bekleyenler.

Bir ay oldu hâlâ su gibi temel ihtiyacı bile karşılayamamışsak…

İnsanlar çaresizce enkaz başında bekliyorsa…

Ne anlatırsanız anlatın ne vaat ederseniz edin ne konuşursanız konuşun…

İnsanların derdine çare olamazsınız…

Türkiye’de ilkesizlik üzerine kurulu siyasi yapılanma değişmez ve siyasi partilerdeki bu çıkar döngüsü kırılmazsa bir arpa boyu yol alamayız…

40-50 yıl önce çekilen Kemal Sunal filmlerinin hâlâ daha ilgiyle izlenmesinin sebebi de budur.

Türkiye’nin sorunları da siyasi kafa yapısı da maalesef değişmedi.

50 yıldır bir arpa boyu yol alamadık. Bu kafayla 100 yıl daha geçse bir adım ileri gidemeyiz.

*****

Nereden nereye savrulduk!

“Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.”

“İçeri al.”

Nazır Ziya Paşa subaylara bilgi verdi: “Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.”

Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:

“Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.”

Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak yumuşak bir sesle “Oğlum” dedi, “Dün akşam Beyoğlu’nda İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?”

“Evet efendim, doğru.”

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

“Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?”

“Hayır efendim gördüm.”

Nazırın canı sıkıldı:

“Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.”

“Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı: “Askerlik töresi mi kaldı yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.”

Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.

“Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.”

Nazır bıkkınlıkla, “Söyle bakalım” dedi.

“Balkan Savaşında teğmendim. Çanakkale’de üsteğmen. Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem.”

Harbiye Nazırı bozuldu: “Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.”

Yüzbaşı sükûnetle “Anladım efendim” dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı: “Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!”

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü.

Oturan subayların, İstanbul hükümetini tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan büyüktü. Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular...

(Alıntıdır)

 *****

TEBESSÜM

Yemin

Koca Ragıp Paşa, sadrazamken bir gün ahbaplarına hitaben “Rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz?” diye sorar.

Oradakiler yemini billah ederek rüşvet almadıklarını söylerler.

Mecliste meşhur Haşmet de vardı ve bir köşeye çekilmiş sessizce duruyordu.

Ragıp Paşa:

- Haşmet, Rumeli’de hayli yüksek makamlarda bulundun. Sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa bir hayli rüşvet almışa benzersin…

Haşmet:

- Sultanım, Müslümanlarda yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim!

 *****

GÜNÜN SÖZÜ

Yobazların hepsi birbirine benzer. Düşünmez öfkelenir, konuşmaz haykırır, delil aramaz protesto yağdırır.

Peyami Safa