Ulu Önderimiz Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas’ta “Burada bir milletin + hazırlayan kararlar verildi.” demişti. Cumhuriyete o kadar kolay ulaşılmadı. Türk halkı, 1918'den, 1922 yılına kadar var olma uğraşısı verdi. Vatanımızı saran kara bulutların dağılmasıyla cumhuriyet aydınlığına kavuşmanın coşkusu kuşkusuz bütün şairleri etkiledi. Kağnıyla ya da sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, şairlerin görevi başlamıştı. Kahramanlıkları, yurt sevgisini ve bu ateşi yakan Mustafa Kemal’i şiirlerle ölümsüz kılmak bir şairin vatan borcuydu.
İşte bunlardan Ahmet Tufan Şentürk Ermenek’ten şöyle sesleniyordu:
“Toroslardan selâm sana Mustafa Kemal,
Kırçiçeği, çam kokusu, kekik kokusu.
Yiğitçe çarpıyor yine yüreğim,
Deli rüzgârlar başımda
Yıllarca evveli düşünüyorum,
Usuma yer etmiş anıların var.
Duman duman dağlar gibi dimdik,
Aydınlığa özgürlüğe koşuyorum.
Bu dünyadan selâm sana Mustafa Kemal,
Vatanı, özgürlüğü, bir de seni sevdik.
.......”
Mustafa Kemal’i sevmemek mümkün mü? O, cumhuriyete gelişi şöyle anlatmıştı:
“Ben milletimin vicdanında ihsas ettiğim büyük tekamül istidadını bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak sıraları geldikçe bütün içtimai heyetimize tatbik ettirme mecburiyetinde idim.”
Atatürk bir başka konuşmasında “Cumhuriyet ahlâkî erdemliliklere dayanan yönetim şeklidir” diyordu. Ömer Bedrettin Uşaklı, “Akdeniz’e Doğru” adlı şiirinde Cumhuriyeti anlatıyor:
“Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti
Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti.
Sakarya’dan su içtik o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış yılmaz bir avuç erle.
‘Hedef Akdeniz asker!’ diyen parmağa koştuk,
Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk.
Yol gösterdi göklerden bize binlerce yıldız,
Kıpkızıl ufuklardan taştı al bayrağımız.
Koştuk aslanlar gibi kükreyip dağdan dağa,
Canavarlar dişinden vatanı kurtarmağa.
Sakarya’dan su içtik o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış yılmaz bir avuç erle.
“Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti
Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti.
Şairlerimiz büyük bir içtenlikle, coşkuyla, cumhuriyetimizi dile getirmek için için çaba göstermiş, birbirleriyle yarışmışlardı.
Atatürk’ün kişiliğini anlatırken, kökleri tarihin en eski çağlarına varan milli imajlarımız uyanmış, birçok şiirde O, Oğuz Kağan’a, Bozkurta, Gök Tanrı’ya benzetilmişti. Samih Rıfat “Ya ölüm ya istiklâl” parolasını anlatırken diyor ki:
“Süngümü demir gibi ellerimle kavradım
Şanlara zaferlere yürüdüm adım adım.
Irkım doğudan koptu, dört bucakta savaştı;
Altay’dan attığım ok, Alp dağlarını aştı!
....
Adımın biri Oğuz, biri Mustafa Kemal,
Irkımın istediği; Ya ölüm, ya istiklâl!”
Türk milleti Atatürk’ün kişiliğinde, kendi milli değerlerinin en güzel, en canlı, en coşkulu ve anlamlı anlatımını buluyordu. Halk şairlerimiz de Cumhuriyet sevgisini, milli heyecanları ve öz duyguları ile bizlere sunuyorlardı.
Şarkışlalı Âşık Sefil Selimî: “İstiklâl ufkunda doğan güneştir / Cihanın üstüne değen güneştir, / Kara taassubu boğan güneştir;/ Bugün Cumhuriyet, bugün Atatürk” diyordu.
Yalnız savaşı dile getirmedi şairler. Barışı da en güzel dizelerle dile getirdiler. Savaştan mutlu ama yorgun çıkanların duygularını şiirlerine aktardılar. İnanıyorum ki, bu şiirler yetişen gençlere Atatürk sevgisini aşılayan en etkili eğitim aracı olacak. Yine bu şiirler, Atatürk’ün bıraktığı emaneti, koruma, kollama için tutulan nöbetin kutsallığı bilincinin kazanılmasına katkı sağlayacak. Ama keşke okullarda, fuarlarda, programlarda baş tacı edilen, kitapları çocuklarımıza satılan günümüz şairlerinin din hamaseti dışında Cumhuriyet ve Atatürk konulu bir şiirlerini görebilseydim.