18. Yüzyılın büyük ozanlarından Dertli önemli bir şair... Şiirinden, sanatında, felsefesinden yararlanılmalı, acıklı hayatından ibret alınmalı, pay çıkarılmalı. On yıldan beri yayınlanamamış kitaplar klasöründe uyuyan Dertli ile ilgili kitabım, bu yılbaşında yayınlandı. Pek ilgi çektiğini, yayınevinin onlarcasını sattığını söyleyemem. Ne yapalım, adımız Hıdır, elimizden gelen budur. .
Size üç gün belki hiçbir yerde bulamayacağınız Dertli ile ilgili bilgiler vereceğim. Sıkılmadan üç kişi bile okusa benim için kar. Çünkü bu bilgilerin yok olup gidecek.
Dertli, 1772 yılında Bolu’nun Gerede ilçesine bağlı, şimdiki adı Yeni Çağa olan Reşâdiye bucağının Şahnalar köyünde doğdu. Burada bir parafraf açıp Yeni Cağa hakkında açıklamada bulunayım:
“Yeni Çağa ilçesi, 700 yıl önce “Çağa” adıyla Zonguldak yolu üzerinde, iki tepe arasında kurulmuştu. 1402 Ankara Savaşı sırasında Yıldırım Bayezid, Çağa köyünde bir süre kalmış; bir hamam, çamaşırhâne ve bir cami yaptırmıştı. Çağa, 1909’da yandı; halkın büyük bir bölümü bu günkü yeri olan, Göl kıyısındaki Yeniçağa’ya göçmüştü. Göç olayı Sultan Reşad döneminde olduğundan buraya Reşâdiye adı verilmişti. XVII. Temmuz 1934’te Atatürk’ün Bolu’ya giderken uğradığı Reşadiye’de yöre halkının Çağa’dan geldiğini öğrenmiş; Çağa’ya Eskiçağa, Reşâdiye’ye de Yeniçağa denmesini istedi. Yeniçağa, 20 Mayıs 1990’da ilçe oldu.”
Dertli’nin asıl adı İbrahim’di. Bayraktar Ali Ağa adında bir çiftçinin oğluydu. Ali Ağa’nın, Osmanlı-Rus savaşlarından birine katıldığı ve “Bayraktar” sanını aldığı sanılmaktadır. Dertli’nin annesi de, aynı köyden Ayşe Kadın’dı.
İbrahim’in çocukluğu, Şahnalar’da davar ve sığır otlatmakla geçti. Hiç bir öğrenim görmedi. Babasının ölümüyle kendisine kalan tarlaları işleyerek ailesinin geçimini sürdürüyordu. Ancak, Çağa âyânı yani ileri geleni olan Hendekçioğlu Halil Ağa, küçük İbrahim’in topraklarını zorla elinden aldı.
İbrahim, Şahnalar köyünde barınamayacağını anlayınca, yakın köylerden Deveciler’e gitti; bir süre babasının eski bir dostu olan Hacı Ömer Ağa’nın yanında yanaşma olarak çalışmaya başladı. Geleceğini, taşrada “taşı toprağı altın” diye anılan İstanbul’da aramaktan başka çaresi kalmadığını anladı.
Ancak, İstanbul taşı toprağı, İbrahim için altın değildi; elinden tutacak, ona yol gösterecek kimse olmadığından, iş bulamadı. O yıllarda çiftçi ve bekâr olan taşralıların İstanbul’da belli bir süreden fazla kalması yasaktı. Bundan dolayı İstanbul’dan umudunu keserek yeniden yollara düştü; kasabalar, köyler dolaştı; yolu Konya’ya düştü.
Konya, Osmanlı ülkesinin önemli kültür merkezlerinden biriydi. İbrahim burada Hacı Asım Usta adında bir kahvecinin yanında ocakçılık işi buldu. Bu kahvehane, gün görmüş kişilerin ve âşıkların devam ettikleri, sohbet açtıkları bir yerdi. İbrahim burada sohbetleri dinleye dinleye şiire, edebiyata, tasavvufa yöneldi. Kendi kendisine saz çalmaya, deyişler söylemeye başladı. Söylediği koşma, nefes, divan türü şiirlerde “Lütfü” mahlasını kullanıyordu.
İbrahim, Konya’da beş yıl kaldı; sonra bilinmeyen nedenlerle Konya’yı terk etmek zorunda kaldı ve Mısır’a giderek burada on yıl kaldı. Alevîlik ve Bektaşilik yolundaki tasavvuf inancı ve bilgisi derinleşmişti. Artık şiirlerinde “Dertli” mahlasını kullanmaya başlamıştı.
Yanında kendisine kardeş edindiği İsmail adında bir yoldaşını almıştı. Elinde kalan tarlalarından birkaçını İsmail’e verdi; İsmail ekip biçecek hem kendisinin hem de Dertli’nin nafakasını çıkaracaktı. Dertli nafakasını çıkarıp dingin bin hayat sürdü mü?
Bu sorunun cevabını yarın ki yazımda bulacaksınız.