Ona göre adalet, iyiliğin ve erdemin tecelli ettiği noktaydı. Yani iyi ve erdemli olmak, adaletli olmaktan geçiyordu. Platon bunu ifade ederken salt hukuki adaletten bahsetmiyordu elbette. Toplumsal adalet, kişilerarası adalet, ticarette adalet ve hatta aşkta adaletten bahsediyordu.
Adalet; müzikteki pes, tiz ve orta perdelerin birbiriyle uyum içinde olması gibidir
“Adil bir insan, ruhunun bölümlerinden birinin kendine düşen etkinlik alanının dışına çıkmasını, başka bölümlerin işine karışmasını engeller. İnsanın iç dünyasını düzene koyar, insanın kendine hâkim olmasını, kendisiyle barışık olmasını sağlar. Müzikteki pes, tiz ve orta perdelerin birbiriyle uyum içinde olması gibi, ruhun üç bölümünü birbirine bağlayarak ve bunların uyumlu bir biçimde işlemlerini mümkün kılarak insanı çoğunluğun karmaşasından kurtarır ve onun farklı özelliklerinin hepsini / ölçülü ve ahenkli, tek bir insan kişiliğinde eritir, bütünleştirir.” Müzikteki ahenk gibi hayatın da uyumlu, ölçülü olması gerektiğini savunan Platon, bu tutumda olan kişilerin hüküm vermede de uyumlu (adil) olacağını öne sürmüştü.
Tarihteki ilk yazılı kanunların oluşturulmasındaki neden ne ise, indirilen dinlerle birlikte getirilen dini kanunların ve modern dünyada geliştirilen yasaların da kullanım amacı hep aynı olmuştur: Adaleti sağlamak! Ancak zaman içerisinde uygulanmaya başlanan kanun metinleri, bazı toplumlarda sosyal uzlaşıyı sağlamak yerine güç sahiplerine yönelik avantaj sağlayan kalkana dönüşmüştür. Burada da devreye demokrasi yaklaşımı girmektedir. J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesinde belirttiği kuvvetler ayrılığı ilkesi de bu amaçla ortaya çıkmış, güçlerin birbirini kontrol etmesini ve adaletin tesis edilmesini amaçlamaktaydı. Özellikle batı toplumlarının bu ilkelere bağlı bir yaşam sürdürmeleri onları bir “kurallar toplumu”na dönüştürürken, daha çok ahlaki ve yazılı olmayan değerlerde kalan doğu toplumları da “değerler toplumu” olarak şekillenmişti. Ancak buradaki sorun teknolojinin gelişimiyle birlikte “kurallar” mı yoksa “değerler” mi daha adil ve sürdürülebilir bir toplum mu olacaktı?
#Hashtag toplumu
Dijitalleşme ile birlikte hayatımıza giren önemli olgulardan/ifadelerden bir tanesi de (#) simgesi ile ifade edilen hashtag oldu. Gündem belirleme hipotezleri iletişim ve toplumbilimciler tarafından işlene dursun, artık gündem dijital mecrada # ile belirlenmeye başlandı. Bu işareti takip edenler, bu işaret ile gündem belirleyenler ve bu işareti en çok kullananların belirlediği “TT” trend topic gündemi olmuştu. Artık en çok konuşulan güncem ne ise halkın gündemi de o olmuştu. Ve insan belki de başkalarının belirlediği gündemi takip ederken kendi gündeminden de uzaklaşıyordu.
Öylesine güçlü etkisi oldu ki, adalet kavramını da etkilediği ve hatta değiştirdiği durumlar yaşanmaya başlandı. Hukuki bir süreçte kararı beğenmeyen “çoğunluğun” açtığı bir ‘#’ ile serbest bırakılan birisinin yeniden tutuklanmasında etkili oldu. Veya kamu vicdanında ‘masum’ olan birisinin bırakılmasında da etkili oldu. Belirli sürelerde oy verme eyleminden daha fazlası demokrasinin bir parçası olan protestolar, artık sokaklarda değil dijital mecralarda yapılır oldu. Sokaklardaki göstericilere fiziki müdahalede bulunan güvenlik güçlerinin yerine artık dijital polisler çevrimiçi takip ve müdahalelerde bulunmaya başladı.
Adaletin hukuktan ibaret olmadığını ve toplumsal adaletin önce bireyin vicdanındaki adaletten geçtiğini unutmamak gerekir. Kişisel adaletini kaybetmiş insanların oluşturduğu toplumda ilişkiler de sağlıklı ilerleyemez, yasalar da. Adaletin kendiliğinden işlemesi gereken bir olgu olduğunu, bunun ne toplumsal ne de kişisel güçle ilgili olmadığını ifade eden Platon’un şu ifadesi adalet kavramını bir nebze olsa özetler niteliktedir:
“Hâkimi aydınlatmak ve kanıksatmak yerine onun lütfunu rica ederek beraat kazanmak da doğru bir şey değildir. Çünkü hâkimin vazifesi, adaleti bağışlamak değil, herkesin hakkını ölçerek hüküm verme; kendi keyfine göre değil kanunlara göre hüküm vermektir.”