Siyasetten uzak da olsam, göz görüyor, kulak duyuyor. Ahbabın biri tutup bir soru soruyor. Üç maymun oynayamıyoruz. Konular kendi meşrebinize uygun çağrışımlar yapıyor, İşte masa konusu. İyi ki çamaşır leğeni demiyorlar. Aman Allah köpürte köpürte leğeni yok ederlerdi. Allah’tan masayı yiyip yutamıyorlar. Tabi masa denilince de Edip Cansever’in masası akla geliyor.
Edebiyat, sanat güzelliktir. Güzel, görecek bir göz, duyacak bir kulak, hissedecek bir ruh, içinde açacak bir gönül bulursa ve paylaşılınca güzeldir. Dünyaların ve dünya görüşlerinin farklı olması, o dünyalardaki güzellikleri görmeye, duymaya, duyumsamaya engel olmamalı. İnsanlar at gözlüğünü kendilerine değil, gerekli olduğu zamanlarda yalnız atlara takmalı. Bu konularda en duyarlı olması gereken bizden yaşça büyük sanatçılar, bizlere iyi örnek olamadılar. Bizler de gençlerimize aldığımız mirası bıraktık. Acaba gelenekleri göz ardı etmeden yeniliklere de açık olamaz mıydık? Bu günün yenisi, yarınlarda geleneğin içinde bir tat bırakarak erimeyecek mi?
Girizgâhı uzatmaya gerek yok. Bir çoğumuzun (ötekilerin özellikle yaptığı gibi) bilmezlikten geldiği Edip Cansever'den söz edeceğim. Ama önce başta söz ettiğim şiirini okuyalım:
"Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu."
Edip Cansever yaşasaydı, bu günlerde dostlarıyla sekseninci yaş gününü kutluyor olacaktı. 1928'in sekizinci ayının sekizinde İstanbul'da doğmuştu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Kapalıçarşı’da ticaret yaptı. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, İstanbul'da 28 Mayıs 1986’da öldü.
Edip Cansever şiirimizde Cemal Süreyya, Turgut Uyar gibi şairlerle "İkinci Yeni" tavır ve duruşunun kurucularındandı. Şiirleri 1944'den itibaren çeşitli dergilerde yayınlanmaya başladı. Gençlik dönemi şiirlerinde, varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. Daha sonra şiirlerinde düşünce ve özlü bir söyleyişle birlikte çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizahı araç eden bir tutum gösterdi.
"Bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak çabasındayım"diyordu. Üretkendi. Yıllarca sürekli ilgiyi üzerinde tuttu. Toz pembe yıllarını yaşayan gençleri derinden etkileyebilecek şiirler yazdı. Kimi zaman şiirleri ve şiir hakkında yazdıkları, söyledikleri tartışmalara neden oldu. Edip Cansever'in son dönem şiirlerinde sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi" gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. Öyküleme, konuşma, oyunlaştırma gibi teknikler kullandı.
"Ben Ruhi Bey Nasılım?" şiiri okunmalı.
Edip Cansever'in on yedi şiir, bir düz yazı kitabı ve Yeditepe (şiir), Türk Dil Kurumu (şiir), Sedat Simavi (edebiyat) gibi ödülleri vardı.