Efsane ozanlar

Abone Ol


İşlediğimiz efsane ozanlardan biri Köroğlu'ydu.

Köroğlu XVI. Yüzyılın son çeyreğinde, Celâlî isyanlarının bir kolu olarak kötü yönetimi ve haksızlıkları nedeniyle Bolu Beyi'ne karşı çıkmıştı. Halk tarafından sevilmiş, ona ilişkin destanlar düzülmüştü. Destan kahramanı olarak önce Bolu çevrelerinde ünlenmiş, destanı diğer yerlerde de gelişmişti. Ondan sonra, aynı adı taşıyan Türkmen sergerdeler de türemiş, onların serüvenleri Köroğlu'nun gerçek ve hayali serüvenlerine karışıp zenginleştirmişti. Orta Asya'dan Kafkaslara, Anadolu'dan Rumeli'ye kadar bütün Türk topraklarında değişik şekillerde anlatılan Köroğlu Destanı,  16. Yüzyıl sonlarında aynı adı taşıyan halk şairinin şiirleriyle bütünleşmişti. Destan, aşk ve kahramanlık üzerine örülmüştü. Köroğlu havaları, düğünlerde derneklerde marş işlevi görmüştü.

Gün görmüş gönül dostu koca ozanlar, dillerini sazlarının teline, tellerini sözlerine eş eder, hikâyeler dizerlerdi. Dinleyenler pay alır, akı, karayı seçerdi.

Zamanın birinde, Süleyman adında zalim bir Bolu Beyi, Yusuf adında iyi mi iyi bir seyisi vardı. Bolu Beyi, ata meraklıydı. Seyisinden güzel ve cins bir at bulmasını istemişti. Yusuf günlerce gezdikten sonra, istediği gibi bir tay bulmuştu.

Irmak ve göllerin dibinde yaşayan aygırlardan olan taylar çok değerliydi. Yusuf'un bulduğu tayın annesi ve babası Fırat kıyısında yetişmişti. Taylarının gösterişsiz, uyuza benzer görünüşü vardı. Yusuf, bu çelimsiz tayın ileride kusursuz bir  küheylan olacağını biliyordu.

Süleyman Bey, tayı görünce kızdı. Kendisiyle alay edildiğini sandı. Yusuf'un gözlerine mil çektirerek söndürdü. Yanından kovarken, tayı da ona vermişti. Güzel Yusuf, artık Kör Yusuf olmuştu. Yaralı seyis atının kulağına eğildi:

"Dünyam zindan oldu, beni köyüme götür" dedi.

Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Yusuf'un Ruşen Ali adında on beş yaşlarında bir oğlu vardı. Baba-oğul dertleştiler, Bolu Beyinden  öç almaya sözleştiler.

Önce tayı eğitmeleri gerekliydi. İşe koyuldular. Ruşen Ali, gözleri görmeyen babasının istediklerini yerine getiriyordu. O çelimsiz tay artık görkemli bir küheylan olmuştu. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmekteydi.

Ruşen Ali de büyümüş, güçlü, yakışıklı bir genç olmuştu. Bir ağacı söküp atabilecek, çeliği çiğneyip püskürtecek kuvvetteydi.  Eli kolu çınar dalı, göğüs ekmek tahtası, beli bir tutam, yüzü berber aynası, bıyığının ön telleri geyik boynuzu; arka telleri on beş yaşında kız beliği gibiydi. Ok atmasını, kılıç çalmasını, güreş tutmasını biliyordu.

Bir gece Kör Yusuf düşünde Hızır'ı gördü. Hızır'ın önerisiyle baba oğul yola çıktı. Bir ulu ırmağın kıyısında bekleyeme başladılar. Irmaktan geçecek üç sihirli köpükle Yusuf' un hem gözleri açılacak, hem intikam almak için gereken güce ve gençliğine kavuşacaktı.

Beklenen köpükler gelince, Ruşen Ali babasına haber vermeden, kendisi içti. Yusuf, durumu öğrenince, hem üzüldü, hem sevindi. Kendi yerine oğlu bir bahadır olacak ve öcünü Bolu Beyinden alacaktı. Köpüklerden biri Ruşen Ali'ye sonsuz yaşama gücü, biri yiğitlik, diğeri de ozanlık bağışlamıştı. Bir süre sonra Yusuf ölürken öcünü almasını vasiyet etmiş, şiir diliyle öğüt vermişti:

Yusuf Ruşen Ali'ye ne öğüt verdi? Onu yarınki yazımızda okuyacaksınız.

YARIN: O ARTIK KÖROĞLU...