Hatırladığım yazılardan biri Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun “Kızıltuğ” başlığı altındaki yazısıydı. Sonradan bunun bir tefrika (dizi yazısı) olduğunu öğrendim. Yıllar yılları kovaladı. Fırat Kızıltuğ ağabeyi tanıdığım zaman çocukluk günlerinin bu hatırası gözlerimin önüne gelmişti.
Tanışıp, yakınlaşıp, bir manevi ağabey kardeş sevgi, saygı çemberi içine girmeye başlayınca, soy adının taşıdığı manayı özünde barındırdığına inandım.
Tuğ, tarihin zaman tüneli içindeki bütün Türk devletlerinde olduğu gibi Anadolu Selçukluları, Anadolu beylikleri ve Osmanlılarda bağımsızlığın simgesiydi. Cengiz Han’ın tuğu ve bayrağı beyazdı. Osmanlı tuğlarında, kıllar kızıla yani al renge boyanır, tepesine beyaz ve siyah renkte ince kıllardan yapılan saçaklı bir başlık konulurdu. Bütün bunların üzerine bakırdan altın yaldızlı büyük bir top ve bazen da onun üzerine bir hilâl yerleştirilirdi. Top güneşi, hilâl ayı, at kılları da güneşin ışınlarını dolayısıyla gücü temsil ederdi.
Fırat Kızıltuğ, eskilerin deyişiyle ismiyle müsemmaydı. İsmiyle müsemmalığı belirleyen değişik bir yöntemden söz edeyim:
Burada ebcet hesabından söz edecek değilim. Belki bu hesaptan ilham aldılar, yeni bir fal sistemi icat ettiler, bilmiyorum. Harflerin sıralarına göre belirlenmiş değerleri ile isim tahlilleri yapıyorlar. Hani derler ki fala inanma, falsız da kalma.
Kızıltuğ isminin analizini yapmak, hangi karakteristik özelliklere sahip olduğunu öğrenmek şöyle oluyor:
Her bir harfin alfabedeki rakamsal karşılığına göre Kızıltuğ’un sayısal değeri K: 14, I: 11, Z: 29, I: 11, L: 15, T: 24, U: 25, Ğ: 9 olmak üzere toplam 138 ediyor. Her harfi göre belirlenmiş karakteristik özelliklere bir bakalım:
K: Başarılı, unvan sahibi; I: Hassas, Z: Bilimsel açıdan, okumayı seven; I: Hassas; L: Sanatsal yeteneğe sahip; T: Duygularını zor açabilen, U: Durgun, çok ağır hareket eden, Ğ: İnatçı kişilik, gerginlik…
Yumuşak G’ye kadar olanların hepsine kutsal kitaba el basıp şahitlik ederim. Ama “İnatçı kişilik ve gerginliğe” gelince asla…
İnatçı kişiliği, olsa olsa her türlü olumsuzluğa rağmen iyi insan olmak için gösterdiği direnç olsa gerekir.
Peygamber Efendimiz, “Bir insanı tanımak için yolculuk etmek lazım gelir,” diye buyuruyor. Fırat Kızıltuğ’u elbette musikimizin seçkin ve çok yönlü bir sanatçısı olarak okumuş, görmüş ve biliyordum. Asıl tanımam bir Bayburt yolculuğuyla başladı. Dede Korkut etkinliklerine katılmak için gidiyorduk. O kadar mütevazıydı ki, alçak gönüllüğü karşısında mahcubiyeti üzün süre üzerimden atamamıştım.
Bayburt’u Fırat Kızıltuğ ağabeyle gezip tanıdım. Çoruh nehrinin kıyısındaki çay bahçelerinde süzgeç değmemiş çaylarımızı yudumlarken, Onun Bayburt şikesteleri rehberimizdi:
Uykularım bölük bölük,
Çağla Çoruh nenni söyle.
Sıla uzak gönlüm kırık
Çağla Çoruh nenni söyle.
Duduzar’da Beyrek yatar
Şehit Osman’da gün batar
Soğanlı’dan balhar kopar
Çağla Çoruh nenni söyle.
Kop’tan süzül teleslen de
Boğazı geç düze in de
Beni en derin yerinde
Sakla Çoruh nenni söyle.
Dökmetaş’tan ağır ağır
Pulur suyuna var bağır
Bir de Fırat’ı çağır
Bağla Çoruh nenni söyle.
Zihni’yle okudum yazdım,
Celâli bağında gezdim,
Hicranî kadehi sözdüm;
Çağla Çoruh nenni söyle.
Kızıltuğ, su akar bitmez,
Çoruh’a ovalar yetmez,
Koca nehir yerde yatmaz;
Çağla Çoruh nenni söyle.”
Bayburtlu Zihni’yi biliyordum. Hicranî’nin mezarını ziyaret ederken hakkında bilmediklerimi öğrendim. Ama Bayburtlu Celali Baba’ya ezelden vurgundum. Onun Mormoç’un Sakası adını verdiğimiz şiirini Mehmet Zeki Akdağ’la zaman zaman okurduk. Sözümüzü dinletemediğimiz ve haksızlığa uğradığımız, vefasızlık gördüğümüz, yakınlarımız tarafından kıymetimizin bilinmediği anlarda Celali Baba bizim teselligâhımızdı.
Bu şiiri ve Fırat Kızıltuğ’u anlatmaya yarın devam edeceğim.