İstanbul bu ülkenin en büyük gettosudur artık. Getto; insanların azınlık olarak yerleştiği kent bölgelerine verilen addır. İstanbul’da Sivaslıların, Trabzonluların, Kastamonuluların oturduğu semtler herkes tarafından biliniyor. Daha da çoğaltmak mümkün bu gettolaşan bölgeleri. Şehir, yöre, mezhep olarak devam ediyor ayrışma.
Köyünde ya da kasabasında oranın binlerce yılda geliştirdiği kültür ile büyüyen insanlar hiç tanımadıkları büyük ve acımasız şehre geldiğinden duyduğu korkuyla aynı yöreden, aynı köyden gelmiş insanların yanına yerleşmeye çalışıyor.
Tıpkı bundan binlerce yıl önce Çatal Höyük yerleşmesi gibi. Biliyorsunuz o dönemde korunma amacıyla evler bitişik ve damlarından içeri giriliyor.
Görgüsü, geleneği, giyimi farklı çoğunluğun arasında birkaç tanıdığından başkasını bulamayan bireyler kocaman bir okyanusta kaybolmaktan korkarak sıkı sıkı sarılıyor gettolarda sonradan oluşturulan kültürlere.
Basitçe örnekleyecek olursak köyünde yöresel giysileriyle yaşan insanlar önce utanıyor o giysilerden ama şehrin giysilerini de giymek mümkün olmuyor ve ortaya hilkat garibesi bir alt kültür çıkıyor. Bu kapalı topluluk binlerce yıllık geleneğinden vaz geçiyor bir noktada ve yeni kurallar ediyor.
Başka bir örnekte geleneğinde kara çarşaf olmayan insanlar çarşafa giriyor yaşadıkları gettoda. Suudi Arabistan başta olmak üzere ülkeler kara çarşafı yasaklamaya başladı son dönemde.
Çağdaşlaşmanın, ilerlemenin ve gelişmenin giysiye indirgenmesiyle; yani şekilcilikten dolayı bir arpa boyu yol alamıyoruz.
Yukarıda kullandığım “çağdaşlaşma” sözcüğü bile birçok insanda rahatsızlık yaratıyor. Oysa cumhuriyet bu sözcüğe ilerleme ve gelişme anlamını yüklemişti. Bazı odaklar ve oluşumlar insanların korkularını kullanarak bambaşka bir algı yaratmayı başardılar.
Yapılan araştırmalar insanların ne kadar zeki olursa olsun zekasının en çok beraber olduğu beş insanın zekasının ortalamasına indiğini gösteriyor. Bir getto da yaşamak, dışarıya kapalı olmak bireylerin kendilerine verebileceği en büyük cezadır.
İnsan beyni sürekli gelişim ihtiyacı içindedir. Bu gelişmeyi durdurursanız bütün sistemi çökertirsiniz.
Ülkelerde ilerleme kalkınma ekonomisinin konusudur. Genelde sorun kalkınma sürecinde ortaya çıkan ikili yapıdır. Bir bölge ya da şehir çok gelişirken diğer bölgeler gelişmez ve gelişimin olduğu yere göç verir. Bu ikili bir yapıdır ve uyumsuzluk mutlak olarak sorun yaratır.
İktisat bilimi birçok kişi tarafından muhasebe ya da finansman eğitimi olarak algılanıyor. İktisat yeni adıyla ekonomi bilimi yaşamla, sistemle, gelecekle direk bağlantılıdır. Eğer bizler ilerlememizi bilimsel bir temele oturtmak istersek mutlaka bütün disiplinlerden yararlanmalıyız.
Kalkınma ekonomisi derslerinde her alanda yetişmiş insanların ihtiyacımız kadar olması önerilir. Aksi durum ülkenin kıt kaynaklarını boşa kullanmaktır. Seksen milyon insanı üniversite mezunu yaparsanız çalışacak insan bulamazsınız. Her şehre üniversite kurmak vatana ihanettir.
Mühendis, doktor, bilim insanı kadar da teknisyene, çobana, işçiye ihtiyacımız var. Planlı ekonomi ihtiyaçları belirleyerek ihtiyaç olanı üretmeyi amaçlar. İster insan ya da birey anlamında olsun isterse ekonomik üretim.
Her şehre üniversite bu ülkenin kıt kaynaklarını har vurup harman savurmaktır.
Sonuçta geldiğimiz noktada bunun sorumlusu gettolaşan topluluklardır. Gettolaşmak sürü güdüsünü de beraberinde getirir. Ne yazık ki siyaset yapanların çoğunluğu bu kültürden gelen insanlardır.
Ne diyebiliriz ki umarım aklımızı başımıza toplamayı başarırız.