İnanmak!... Herhangi bir şeye, bilgiye dayanarak inanmak! Herhangi bir şeye, yanlışa dayanarak inanmak! Bilerek inanmak, bilmeden inanmak!. Bilmeden inananlar, o bilmedikleri konuda câhil hadsizliğiyle öyle güzel ahkâm keserler ki hayret edersiniz. Hani klasik bir sınıflandırma vardır; “bilir fakat bildiğini bilmez (onu uyandırın), bilmez fakat bilmediğini bilir (cahildir, ona öğretin), bilir, bildiğini de bilir (âkildir, ona uyun), bilmez fakat bilmediğini de bilmez (katmerli câhildir, ondan uzak durun)” gibi..
“Memorat” sözcüğüyle ilk kez “Halk Edebiyatında Anlatmalık Türler: Mitler, Epik Destanlar, Efsaneler” dersinde karşılaşmıştım. Konu ilgimi çekmişti. İlgiyle okuduğunuz bir kitap, evinizin içinde sizinle birlikte sürekli yer değiştirir ya, benim elimde de “Halk Edebiyatı” dersinin bu kitabı gezdi durdu bir süre. “Türk Mitolojisi ve Bir Kam Alkışı” başlıklı konuda; bir Kam Alkışı yani bir Şaman Duası yer alıyordu. Duanın adı: “Açları Doyuran Üşümüşleri Isıtan Ateş Anaya Alkış” idi. Bu Şaman (Kam) duasında ateşin ruhunun kutsanışı yer alıyordu. Türk mitolojisinin yaratılış bağlamında geçirdiği, ormanda toplayıcı- avcı olarak yaşanan dönemin izlerini taşıması bakımından da dikkat çekici olan ateşe edilen bu alkışta, Gök Tanrı ve Umay Ana’nın yanı sıra inanılan diğer olağanüstü varlıklar da sıralanmaktaydı. Bunların başında alkışın edildiği ve ayinin düzenlendiği kutsal dağ başı, dağ kültü, kutsal kayın ağacı, ağaç kültü ve duanın doğrudan yöneldiği ateş dolayısıyla od ve ocak kültleri yer alıyordu. Kayın ağacına “kayın anam” şeklinde hitap edilmesi hem en eski Türk köken miti olan kutsal kayın ağacından yaratılmayı ve zaman içinde de “ulusun” koruyucu ruhuna dönüşmesini göstermesi bakımından, hem de günümüzde “kayınana, kayınata vb.” şekillerde yaşamakta olan akrabalık adlarının kökenini göstermesi bakımından önemli ve dikkat çekicidir. Şamanist inançlara sahip Altay Türklerinin bu duasında yer alan “al karısı ve albastı” inançlarının, bin yıldan beri Müslüman olan ve bin yıl önce Anadolu’ya göç eden Müslüman Oğuz Türkleri arasında da yaşadığı ve sosyokültürel hayatta bazı inanış ve davranışları yönlendirmeye devam ettiği görülmektedir.
Halkbiliminde olağanüstü güçlerle olan iletişim ve ilişkiye dair anlatılan kişisel hatıralar “memorat” olarak adlandırılır. 1999 yılında derlenmiş bir memoratta bakın “al karısı, albastı” inancı Anadolu’da nasıl yaşamaktadır:
“Erzurum’un Karayazı, Çullu Köyü’nde yaşayan dedemin çok güzel bir atı varmış. Köy yerinde yarıştırırlarmış bunu ve çok severlermiş. Sabahları onunla ilgilendiğinde yelelerinin kördüğüm olduğunu görürmüş. Ahırda da albastının olduğunu biliyormuş. Albastı ahırda hayvana biniyormuş ve at ter içinde kalıyormuş. Buna çok üzülen dedem albastıyı yakalamak için planlar düşünmüş. Ham bezin üstüne kara sakızı eritip sürmüş. Atın üzerine bezi sermiş. Kendi de bir köşeye saklanmış. Albastı yine gelmiş ve ata binince yapışıp kalmış. Albastı metalden, demirden korkarmış. Bunu bilen dedem saklandığı yerden çıkarak albastıya bir çengelli iğne takmış. Albastı yakalanınca bir kadın şeklini almış. O günden sonra o albastı evde bir hizmetçi vazifesi görmüş. Dedem onu hizmetçi olarak kullanmış.
Uzun bir süre çalıştıktan sonra albastı yalvarmaya başlamış. “Beni bırakın, çoluk çocuğum var”diye. Dedem bırakmamış. Bir gün albastı su almak için çeşmeye gitmiş. Orada kadınlar varmış ve birine “Bacım şu iğneyi üstümden alır mısın?” demiş ve iğne alındıktan sonra göle atlamış. Geri dönüşte ekmek pişirecekmiş. O gelmeyince evin kadınları tandırın başına oturup pişirmeye başlamışlar. Hamuru bir türlü bitirememişler. Bunun üstüne göle gidip “N’olur hamuru nasıl bitireceğiz bize söyle?” demişler. Gölden “Kara tavuğun kanadından bir tüy alıp hamura atın” diye bir ses gelmiş. Kadınlar denileni yapmışlar ve çok olan hamur ellerinde bir avuç kalmış. Dedem albastıyı zamanında bırakmadığı için albastı, “Eviniz zebilden (pislikten) kurtulmasın” diye beddua etmiş. Aradan bunca nesil geçmesine rağmen evlerimiz hâlâ zebilden kurtulamıyor. Sabah temizlediğiniz eviniz, hiç kimse olmasa da yine pisleniyor.” Bu memorat ve daha bunun gibi binlercesi bu inancın Anadolu’da ne kadar yaygın ve köklü olduğunu göstermektedir.
Bu memoratlar arasında doğrudan doğruya olayı yaşadığını iddia eden bir başka kişinin anlatımı daha da dikkat çekicidir: “Yeni gelindim. Evimiz iki katlıydı. Şimdikiler gibi dubleks değildi ama içeriden merdivenleri vardı. Bir sabah merdivenleri süpürüyordum. Bir karartının geçtiğini gördüm. Beni her sabah böyle korkutuyordu. Ben ne olduğunu bilmiyordum. Kaynanama söyledim bana “ya çıkma (cin) ya da aldır” dedi. “ben ona okuyup üfürdüm ama hiçbir şey olmadı.” dedim. O da “bu aldır” dedi. Buna bir iğne batırmamı söyledi. Yine ev temizliği yapıyordum. Bu sefer üzerimde iğne taşıyordum. Kendime bir güven gelmişti. O varlık aniden önümden geçerken ben ona iğneyi batırdım. O varlık aniden insana dönüştü. O zamana kadar hiç konuşmayan ve bir gölge şeklindeydi. İğneyi batırınca kadın şeklini aldı. Beni serbest bırak diye yalvardı. Ben bunu yedi sene çalıştırdım. Yedi sene sonunda bana tekrar yalvarmaya başladı. “Yedi yıldır senin emrindeyim, eğer iğneyi çekersen yedi kuşak boyunca senin hiçbir yakınına yaklaşmayacağım” dedi. Ben de onu serbest bıraktım.”
Bu memoratta “al”ın, “okumayla” ve “üflemeyle” de baş edilemeyen İslâmi olmayan kökenine de işaret yer almaktadır. “Al” olarak adlandırılan bu Türk mitolojisine ait tasavvuri varlığın, binlerce yıldan beri varlığına inanılması nedeniyle kültürümüzde ondan korunmak için pek çok davranış ve gelenek geliştirilmiştir. (Kaynak: Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları, Özkul Çobanoğlu)
Sanırım daha önce hikâye anlatmayı sevdiğimi söylemiştim. Hikâye değil ama iki ”memorat” paylaştım sizinle. “Memorat” ile başlayan söyleşimizi, başka bir zemine, “inanmak” zeminine taşımayı umuyorum. Ancak bu söyleşiyi bugün tamamlamak mümkün olmayacak ve sözlerimiz minik bir yazı dizisine dönüşecek gibi duruyor. Devamında buluşmak umuduyla..