Eskilerde çok meşhur bir yöntemdi "cambaza bak cambaza" fırıldağı. Üç beş madrabaz gerdikleri ipin üzerine bir arkadaşlarını çıkarır, o iki direğin arasında yürümeye çalışırken toplanan kalabalığın arasına dalan "cepçiler" cambazı seyredenlerin ceplerini itinayla boşaltırdı.
İstanbul'un ünlü meydanlarında zaman zaman bu ipler gerilir, cepler boşalır ve "ne zaman oldu anlamadım" diyenler dertlerine yanardı. İş işten geçmiş, paralar uçup gitmiş olurdu cambaz ipten inene kadar...
Bir de "tantanacılar" vardı. Hedef seçtikleri kişi yaklaşırken, iki kişi kavgaya tutuşur, itişip kakışmaya başlardı. İyi niyetli adam, kavgayı ayırmak için sokulup "yapmayın, etmeyin yahu, değer mi" falan derken, ayırmaya kalkanların sayısı da birden artardı. Bu kargaşa içerisinde hedef seçilen "iyi niyetli" adamın cüzdanı kanatlanıp uçardı...
Sülün Osman'ın Galata Kulesi'ni, Kız Kulesi'ni, Boğaz Köprüsü'nü (şimdiki 15 Temmuz Şehitler Köprüsü) Anadolu'dan gelen "kurnaz" (!) müteşebbislere satması da bir yöntemdi. Ama bugün geçerliliği yok. "Cambaza bak cambaza" ve "tantanacılık" ise hâlâ revaçta. TV ekranlarından, gazete sayfalarından cambazı seyrederken biz ve "tantanacılar" dikkatlerini üzerine toplamışken bir yandan ceplerimize takılmış tulumba çalışıyor, diğer yandan ayağımızın altından koca bir ülkenin akıp gitmesi için çalışıyor emperyalist madrabazlar...
* * *
Geçtiğimiz haftanın son iki gününde, Sevr sürecinin dünyayı yönetmek isteyen güç için bitmediğini ve bu yüzden bölgemizdeki savaşların kızıştığını anlatmaya çalıştım. Brookings Enstitü'de 2012'de oynanan "Bombalar patlarsa Türkiye Suriye'ye girer" senaryosunun gerçeğe döndüğü örneğini vermekle yetindim. Ama benim Sevr'i hatırlatıp, "Süreç devam ediyor ve Lozan'da yarım kalan hesabı tamamlamak için Sevr haritasını hayata geçirmek için emperyalistler oyun üzerine oyun kuruyor" feryadım "günlük" düşünüp "anlık" yaşayanlar tarafından farklı noktalara çekilmeye çalışıldı.
Bir kez daha net şekilde söyleyeyim ki, meramım iyi anlaşılsın: Emperyalist devletlerin altyapısını "sinsi" bir şekilde hazırlayıp parçalamak için tüm gücüyle saldırdığı Osmanlı coğrafyasını paylaşma planı olan Sevr, her ne kadar Lozan Antlaşması'yla kesintiye uğramış olsa da, Batı bu hedeften hiç bir zaman vazgeçmedi. Bazılarımız Lozan'ı "zafer" diye taçlandırıp yeterli görürken, bazılarımız da "hezimet" diyerek burun kıvırdık ve Lozan'dan doğan gücümüzü hiç önemsemedik. Sorun, Lozan'ın zafer veya hezimet olup olmaması değil, Sevr'in bitip bitmemesidir...
* * *
Mecburen koca bir imparatorluğu Sevr'e getiren süreçle bugünkü benzerlikleri tekrarlamak zorundayım.
Osmanlı, Balkan coğrafyasına İstanbul'dan önce ayak bastı ve asırlarca kaldı o topraklarda. Sevr'in ayak sesleri duyulmaya, Osmanlı'yı parçalamak isteyenler oyunlarını sergilemeye nereden başladı? Sırp, Bulgar ve Rum çeteleri kurup, tıpkı PKK gibi bölgesel terör eylemlerini yaygınlaştırarak Balkanlar'da komşuyu komşuya düşman ettiler önce. Osmanlı-Rus savaşında bir köy Rusların eline geçtiğinde Bulgar komşuları Türkleri, aynı köyü Osmanlı askerleri ele geçirdiğinde Türkler Bulgar komşularını evinde saklarken, "çeteler" sayesinde aynı köyde yaşayamaz oldu bu insanlar. Tıpkı, bugün Doğu ve Güneydoğu'da insanların birbirlerini "devletçi", "örgütçü" diye tasnif etmesi gibi... Anadolu'da Ermeni ve Rum çeteler "devlet" vaadiyle kim tarafından silahlandırıldı? İngilizler, Fransızlar...
Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin yaklaşık 60 yıllık son diliminde yaşadığı askeri darbelerin arkasında kim vardı: ABD... 1960 darbesi hariç, diğer tüm darbelerin sebebi gösterilen terörün içinde yer alan örgütlerin en büyük lojistik destekçisi hangi ülkelerdi? ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya... Ve ideolojik destekçilerinin Türkiye'de güçlenmesini isteyen Rusya...
Osmanlı'da sefaleti getiren neydi? Kapitülasyonlar... Sevr'i mecbur eden ekonomik şartların en yalın gerçeği... Lozan'la kalkan kapitülasyonlar, Marshall yardımıyla başlayan borçlanma sayesinde Türkiye Cumhuriyeti'ni aynı noktaya getirmedi mi? IMF'e, Dünya Bankası'na ödeyemediğimiz borçlar, dış piyasada yatırımcıların ilgisini çekmeyen devlet tahvilleri yüzünden verilen siyasi tavizler ile kapitülasyonların getirdiği mecburiyetler çok mu farklıydı? Hayır...
Kısaca Osmanlı'da da, Türkiye Cumhuriyeti'nde de düşmanımız belli. "Parayı yönetenler" ile "silahı üretenler..."
Artık günlük, anlık gündemleri bırakıp, Ortadoğu'yu bölüşmek için alavere-dalavere çeviren "para-silah" baronlarının hedefinin Türkiye'yi de yıpratıp yutmak olduğunu anlatalım anlamayanlara... Siz ne derseniz deyin, ben "cambaza bak cambaza" çığırtkanlığı yapmak yerine "oyun büyük, dalavereye dikkat" diye haykırmaya devam edeceğim...