Engin Köklüçınar’a geçtiğimiz yüzyılın son yarısı ile yeni yüzyılın ilk çeyreğinin yaşayan basın tarihi derseniz abartmış olmazsınız. Okuduğumuz röportajda, kendini, anılarını, anılarının kahramanlarını geçmişten geleceğe taşıyor. Zengin dağarcığından, kıssalar ziyafeti sunuyor. Belli ki, yalan dünyayı boşuna çiğnememiş.
Rahmetli Prof. Dr. Turan Yazgan, 20 Ocak 2007 Cumartesi günü Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Süleymaniye Kürsüsünde konuşmacıyı şöyle tanıtmıştı: “Babıâli’nin bir köklü çınarı.” İçerisinde pek çok edebi sanatı taşıyan bu dört kelimelik tanıtım, güzel bir teşbih, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel ve irsal-i mesel içeriyordu.
Bu Babıâli’nin köklü çınarı, soy adıyla müsemma, meslektaş ağabey, Engin Köklüçınar’dı. Ne güzel bir benzetme ve bilgisiyle, görgüsüyle, anlatım güzelliğiyle mecazi yakıştırmaydı. Derken, eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan, Ali Naili Edem, Engin Köklüçınar’a: “Yanlız köklü değil, bir ulu çınar da olduğunuz anlaşılıyor,” demişti. Meslek büyüğüm Engin Köklücınar’la geçirdiğiniz zamana doyamazsınız. O Modern zamanların bir Vak’a-Nüvisi, darbımeselcisi, espritüeliydi. Sayı belirlenemeyen çoklukta, şiir, şair, nükte, anekdot, fıkra, güzel sözü dağarcığında bulundurandı.
Ona, bediinüvis denilse yeriydi. Çünkü, nerede okusa, kimden güzel, hikmetli, ibretli bir söz, şiir, kıssadan hisse, fıkra, anekdot duysa gerek hafızasının bir köşesine gerek defterinin bir sayfasına kaydeder. Onları tadına doyulmayan sohbetlerinde sırası geldiğinde kullanıverirdi.
Önceki nesle saygı ve vefa duyguları ile doluydu. Vefa kavramını semt adı olarak değil özünde özdeşleştiren, yedi düvelle barışık insan gibi bir insandı.
“Ağlayan ve Gülen Kıbrıs” adlı kitabını hatırlıyorum. Bir de “Mutluluk ile Randevu Ne Zaman,” vardı.
“Parasız Kitap” adlı kitabının tadı damağımda, izleri kültür kumbaramdaydı. Ama o, gösterilen ilgisizliğe üzüldü. Daha sonraki kitabının adını “Parayı Veren Okur” koymuştu. Bu kitabı parasını verip okuyanlar, hazinler keşfetmekte, güzelliklere ulaşmaktaydılar. Arkasından “Okuyan Öğrenir, Neler Gördük Biz,” geldi.
Neler Gördük Biz? Engin Köklüçınar’ın Gördüğü acılı, tatlılı, ibretli anılar yumağı oldu. Bu yumakta, kişilerin, zamanların, mekânların izlenimleri, düşünceleri, yorumları sarılıydı:
Türlü medya mecrasında yazdığı yazılar, çeşitli kuruluşlar tarafından düzenlenen konuşmacısı olduğu sohbetlerin notları...
“Neler gördük Biz”i yudum yudum okurken “Neler görmüşüz biz?” demekten kendimi alamamıştım. Yitik bulmuş gibi ortak anılara kavuşmanın sevincini yaşamıştım.
Kitapta okuyup da öğrendiğim bir anekdot İsmail Habip Sevük’ündü:
“….
Giden vatanlar, dilleri diri kalan milletler tarafından tekrar kurtarıldı. Fakat dili giden milletlerin ne vatanları kaldı ne kendileri.”
Engin Köklüçınar kim?
Alışıla geldiği gibi, 1943’de İstanbul’da doğduğunu, İbrahim ve Azime Köklüçınar’ın oğlu olduğunu, 1962’de gazeteciliği Vatan gazetesinde başladığını vs. yazmam gerekirdi. Ama Engin Köklüçınar’ca yazmaya kalkışırsam, içine pek çok telmihli bilgiler karıştırmam gerekirdi:
“… Japonların Pearl Harbour’u bombalamasından iki yıl sonra, Fatih’in 21 yaşında fethettiği şehirde doğdu. …”
Hasılı elimizdeki belgelik kitap, onlarca anıyı, nükteyi, kıssadan hisseyi içeriyor. Biz Sedat Simavi’nin “kalemini kır, satma!” öğüdünü anımsarız. Kitabın sonundaki son anı ve söz, Yusuf Ziya Ortaç’ın:
“Parmaklarımın arasındaki şu kalemi, elmas, zümrüt kakmalı, som altın hükümdar asasına değişmem.”