Korkunç depremin üzerinden neredeyse bir buçuk ay geçti. Hiçbir sorumlu istifa etmedi diye konuşuyoruz, konuşuluyor.
Aslında istifa etmek, edebilmek bir liyakat işidir.
Liyakati olmayan, makama gökten zembille inen birinin istifa etmesini beklemek, iyi niyetten öte hayaldir.
Bizim temel sorunumuz liyakat sahibi insanların iş başına gelememesi, önünün kesilmesidir.
Deprem felaketi, liyakatsizliği bir kez daha gözümüzün içine soktu.
Bir vali düşünün, depremzedeler derdini anlatırken sırıtabiliyor.
Bir emniyet müdürü düşünün, insanların can ve mal güvenliğini sağlaması gerekirken, deprem yardımlarını arabasına yükleyip götürebiliyor.
Bir eğitimci düşünün ki, deprem çadırlarını ve yardımlarını en hızlı şekilde ulaştırması gerekirken, sırf logo basacağız diye Gaziantep’ten Bursa’ya götürüp logo basıyor.
Ne yazık ki, asıl sorumlu olanlar, hesap vermesi gerekenler, hiç utanıp sıkılmadan milletten hesap sormaya yelteniyor.
Sonra da her şeyi kadere bağlayıp sorumluluktan kurtuluyorlar.
Daha dün… Depremin yaralarının henüz sarılmadığı Şanlıurfa’da 4 kişi sel sularına kapılarak hayatını kaybetti. Adıyaman’da konteyner sel sularına kapıldı, 1 kişi vefat etti, üç kişi kayıp, aranıyor.
Depreme rağmen hiçbir tedbir alınmadığı anlaşılıyor.
Bu kadar beceriksizlik bir araya gelmişken hâlâ “Japonya’da da deprem oluyor, niçin binalar yıkılmıyor, insanlara bir şey olmuyor da bizde binlerce insan ölüyor?” diye soruyoruz…
Japonya’da vatandaştan hesap soran şöyle dursun, en küçük bir aksilikte hesap vermeyen bir bürokrat veya siyasetçi duydunuz mu?
Japonya’da hata yapan bedelini ödüyor, çoğu zaman da vicdan azabından intihar ediyor.
Bizim üçüncü boğaz köprüsü ve İstanbul Havaalanı yapılırken çalışan işçilerle ilgili çok vahim iddialar gündeme gelmişti.
Bir tek Japon mühendis bedel ödedi, halatı doğru bağlamadığını düşünerek intihar etti.
Bizimkiler ise muhtemelen makam mevki kapmıştır.
Aslında hata hepimizin…
Sorumlu hiç kimse istifa etmiyor diye dert yanıyoruz ama liyakatsiz atama yapıldığında ağzımızı açıp tek laf etmiyoruz.
Kurumlar; eş, dost, akraba, yandaş çiftliğine dönmüş umursamıyoruz.
Çünkü boyumuza bakmadan belki biz de bir makam kapabiliriz derdindeyiz.
Hal öyle olunca makamı kapan da kovulmadan bırakmıyor.
*****
Yaşlanıyor muyuz?
Sanıyorum merdiven yapımlarında giderek daha sert malzeme kullanılıyor; eskisine göre hem basamakları çoğalttılar hem boylarını yükselttiler. Her şeyden öte ikişer ikişer çıkılmaz oldu, tek tek çıkmak zorunda kalıyor insan.
Bir de yazıları küçülttüler her ne hikmetse. Burnumu gazeteye dayamak zorunda kalıyorum iki satır okumak için. Geçen gün avucumdaki bozuklukların üzerinde kaç kuruş yazdığını görmek için telefon kulübesinin dışına çıktım. Hani gözlük kullanmayayım, yanımdakine okutayım gazeteyi diyorum ama insanlar o kadar alçak sesle konuşuyorlar ki, okuduklarında da tam anlayamıyorum ne okuduklarını.
Her yer eskisinden daha uzak sanki. Evden durağa olan mesafe iki katına çıktı neredeyse. Önceleri hiç fark etmediğim bir de yokuş varmış evle durak arasında.
Vapurlar da vaktinden önce kalkar oldu şimdilerde. Hani koşmanın da anlamı yok nasıl olsa benden önce halat alıyorlar.
Kumaşlarda eski kumaş değil. Kısa sürede dar geliyor ne giysem. Ayakkabı bağları da kısaldı mı ne giderek erişilmez oldular.
Hava bile tuhaflaştı. Kışlar daha soğuk, yazlar daha sıcak. Tatil beldeleri bu kadar uzak ve zahmetli olmasa yolculuk da yapacağım. Kar bile ağırlaştı eskisi gibi kolay küreyemiyorsun.
Kapı, pencere, çerçeve imalatında da değişiklik yaptılar sanıyorum, daha sert cereyan yapıyor karşılıklı açtığında. İnsanlar da sanki ben onların yaşındayken göründüğümden çok daha genç gibiler. Eski okul arkadaşlarımla üniversitede bir buluşma günü ayarladık, hayretler içinde kaldım bebek yaşta öğrencileri görünce.
Ama itiraf etmeliyim ki bizim zamanımızdan çok daha terbiyeli yetiştiriliyorlar; birkaçı bana “Beyefendi” diye hitap etti; hatta aralarından biri caddede karşıdan karşıya geçmeme yardımcı oldu. Fakat buna mukabil hayret ediyorum, yaşıtlarım benden çok daha yaşlılar.
Tamam bizim jenerasyona yaşını başını almış gözüyle bakılıyor ama bunaklıklarına ve takıla topallaya yürümelerine ne demeli?
Aynı akşam üniversitenin barında bir sınıf arkadaşıma rastladım. Nasıl bir değişim geçirmişse artık beni tanıyamadı bile!
(Philippe Noiret- Çeviri: Mehmet Teoman)
*****
TEBESSÜM
Yanlış
Doktor, hastasının yanına gelir ve konuşmaya başlar:
- Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce kötü haberi söyleyeyim isterseniz. Maalesef yanlış bacağınızı kesmişiz. Çok üzgünüz. Ama iyi habere sevineceksiniz! Öteki bacağınız iyileşiyor.
*****
GÜNÜN SÖZÜ
Ülkeyi partiler, programlar, reçeteler düzeltmez. Ahlâkımız düzelmedikçe, ahlâk siyasete egemen olmadıkça memleket de düzelmez.
Ömer Lütfi Mete