İthal mallar haftası mı yapsak

Dünkü yazımda sözünü ettiğim gibi Yerli Malları haftası, 12-18 Aralık tarihleri arasında kutlanırdı. O hafta için öğretmenimizin yönlendirmesi ile annelerimizin verdiği birer avuç, fasulye, nohut, mercimek, bir tutam pamuk, yün, biraz zenginlerimiz meyve ve kuruyemişlerle okula gelir bunları sergiler bayram yapardık.

Abone Ol

Şimdi yerli malı haftası yapılmıyorsa, haklı bir gerekçesi var.  Yukarıda saydığım ürünlerden, hangisine yerli diyeceğiz? Çevizden, fıstığından, pamuğumuza, elmamıza, muzumuza kadar her şeyimiz yaban ellerin ürünü.

Böyle bir haftada müsamerede çocuk rolünü üstlenenlerden biri sahneye gelir:

“Ne yesem ben, hurma mı? / Hindistancevizi mi? / Daha güzelleştirsin / Bunlar benim benzimi.” derken, elma rolünü üstlenen arkadaşı fırlar ve çıkışırdı:

“Neler dedin, ne dedin? / Hurma başka yemiştir. / Hindistan cevizi de. / Uzaklardan gelmiştir. / Elma yerli bir yemiş. / Soy soy durma.. ye bol.. bol.../ Şu pembe rengim gibi / Bir elma yanaklı ol!”

Armut,  ayva, üzüm, incir, kestane, nar, portakal  rollerini oynayan çocuklar da sıra ile gelirdi. Kendilerini ve niteliklerini tanıtırdı. Son giren fındıktı:

“Vatanımdır Giresun. / Uğramalı yolunuz. / Fındık yiyin durmadan, / Fındık gibi olunuz. /  Yerli yemiş yiyince, / Vücut sağlamlık bulur. / Köylü zengin oluca, / Millet de zengin olur!”  (Burada bir parantez açtım. Bunları yazarken yazı dıyşı içinden “Nah yersin, dedim. “Kilosu 700 TL’ye fındık alıp da..” demeden kendimi alamadım. )

Neyse müsamerenin son sözüne geleyim:

“Bin yaşasın yemişler, / Güzel Türk yemişleri.../ Yemişlerin içinde / Alın en yüksek yeri.”

Benim gibi arayan var mıdır çocukluğunu? Kimi az, kimi çok, kimimizde hiç yok; hepimiz bir şeyler getirirdik sınıfımıza. Birleştirir ve şarkılarla, türkülerle yerdik.  Tutumdan söz ederdi şiirler: “Tutum haftası, / tutum haftası, / kulağa küpe / tutum haftası..”

Kumbaralarımız için söylenecek şiirlerimiz vardı:

“Ne cici kumbaram var, / Salladıkça şıkırdar / İçinde para dolu, / Kuruşla lira dolu. / Verince bana babam / Harçlığımı harcamam. / Üç beş kuruş yemişe, / Üç beş kuruş bu işe. / Geçince biraz ara, / Para dolar kumbara.”

ve Arkasında mandalinalı, portalaklı, incirli, üzümlü, cevizli,  erikli, kaysılı, kirazlı şiirler. Şarkılara gelirdi sıra:

“Gel armudu say da ye,

Elmaları soy da ye.

Deme: “Bu al yemiş ne?”

 Ona diyorlar vişne.”

Şairlerimiz yerli malları özendiren, tutumlu olmayı öğütleyen şiirler yazmakla yarışırlardı.  “Amasya’nın Elmasını / Zile pekmez çalmasını / Sivas’ın da kıymasını ? Yesem amma, yesem amma” deyip yurdun dört bir yanının ürünlerini sayan Aşık Veysel gibi.

Tasarruf edilmesini, milli kaynakların işletilmesini, yerli fabrikaların kurulmasını, paranın dış ülkelere gitmesinin önlenmesini, temel tüketim maddelerini öz kaynaklardan karşılamasını, istemek, hamasi söylemler ya da fanatik görüşler değildir.

Acı gerçek o ki: Sanayicilerimiz, burada üretip yine burada sattıkları mallara bile uyduruk yabancı marka koymadan edemezler. Yabancı pazar bulmak için de aynı şeyi yaparlar. Kimilerimizin dış alışveriş gezilerinde o malları alıp döndüklerinde, evirip çevirirken ‘‘Türk Malı’’ olduğunu görünce ne hale geldiklerini söylemeye gerek yok.

Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Savaştan çıkmış bir ülkeydik. Her köşemiz zarar görmüştü.  Yoksulduk. Yüce Önderimiz Atatürk bu duruma üzülüyor ve çözüm arıyordu.1923 yılında İzmir İktisat Kongresini topladı. Bu kongrede yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı.

Dönemin başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929 tarihinde T.B.M.M.’de bir konuşma yaptı. Konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularını anlattı. İşte bu tarihten sonra, bugün takvim yapraklarında kalan “Yerli Malları ve Tutum” haftaları kutlanmaya başlamıştı. Bugün, Cumhuriyetin doğurduğu, kamu ve özel sanayimizin, yeni bir Düyun-u Umumiye batağına sürüklenmekte olduğunu görmek hüzün veriyor.