Türkiye ile Japonya dostluğunun başlangıcı olarak kabul edilen Ertuğrul Fırkateyni'nin, Japonya seyahati ve üzücü bir kaza sonucunda batmasından bu güne uzanan süreçte, iki ülke insanları arasındaki dostluğun sürdüğüne şahit olmaktayız. Türk ve Japon insanlarının, karşılıklı olarak, çok uzak mesafelerde olunmasına rağmen, yaşayan bir ilgileri olduğuna da şahit oluyoruz. Bu ilgi ve sevgi bazan, ülkelerinden alıp, dost bildikleri ülkeye, yani Türkiye'de yaşamalarına ve hatta yeni vatanlarının, fahri- gönüllü kültür elçilik görevlisi gibi, ülkemizin yurtdışında konferanslar ve yazdıkları kitaplar ile katkılarda bulunabiliyorlar. Restoran işletmecisi, araştırmacı yazar, tercüman ve eğitmen olan Yumito Kase ya da kısaca ülkemizdeki adı ile 'Madam Kase' de, bu gönüllü kültür elçilerimizden, yazdığı kitap ile yaptığı tercümeler ve danışmanlıklarını yaptığı Japon tv program danışmanlıkları ile Türkiye'nin Japonya'da daha çok tanıtımına katkı sağlıyor. Bu haftaki konuğumuz Yumito Kase ile Japonya'dan İstanbul'a uzanan hayat serüvenini, Hz. Mevlâna'ya, Mehter marşlarına ve işletmeciliğini yaptığı Japon restoranlarına kadar, 1995 yılından bu güne kadar olan Türkiye hayatını konuştuk.
Türkiye'yi kitaplardan tanıdım
Nagayerema'dan başlayan ve İstanbul'a uzanan, hayat yolculuğunuzda, ilk olarak Türkiye adını, ne zaman ve nasıl duydunuz?
Japonya'da, Tokyo'ya yakın bir şehir olan Nagayerema'da, 1943 yılında doğdum. Lise mezuniyeti sonrasında, 18 yaşında, bir süre bir bankada, sekreter olarak görev yaptım. 22 yaşında, belediyede sekreter olarak görev yaptım. Bir süre, daktilo öğretmenliği yaptım ve 34 yaşında itfaiyeci olan eşim ile evlendim. Biri kızı biri olmak üzere iki çocuğum oldu. Türkiye'ye olan ilgim, daha çocukluk yıllarımda kitap okumaya, ülkeleri, kültürleri ve dünyayı gezmeye ve araştırmaya merak sarmıştım. Üvey babam, çok kitap okuyan ve beni de sürekli, kitap okumaya teşvik eden bir insandı. Daha 9 yaşında iken, Türkiye tarihi hakkında, Homeros, İlyada kitaplardaki bölümler dikkatimi çekiyordu. Ancak, ne bilebilirdim ki, yıllar sonra, bu çocukluğumun ilgi odağı ülkeyi ve insanlarını, kültürlerini, çok seveceğim, hayran olacağım ve o ülkeye yerleşerek yaşayacağım. Türkiye'de yaşamaya başladıktan sonra, gördüm ki, aslında Türkiye, çok köklü bir tarihi ve kültürü olan bir milletin, Türklerin tarihi, medeniyeti, mimarisi, destanları, edebiyatı, müziği, sanatı ve özellikleri ile yaşanmaya değer, büyük ve güzel, insani değerleri olan bir muhteşem ülkeydi, benim için.
Hayalimdeki ülkede çok mutluyum...
Çocukluk yıllarınıza kadar uzanan bu çok uzaklardaki ülkeye, ilk kez gelmeniz nasıl oldu?
Aslında hayalimde olan ülkeye ilk kez gelmem ve sonra da defalarca gelmem ve en sonunda da, ikinci vatanım olan Türkiye'de yaşamaya başlamam, kızım Vada'nın, Türkiye'de bir mektup arkadaşı ile yaklaşık yedi yıl süren bir arkadaşlığı ile başladı diyebilirim. Kızım, bu süreçte Fatih Sultan Mehmet Köprüsü açılışı için, Japonya'dan davet edildi. Vada, İstanbul'a hayran oldu ve eğitimini bu ülkede, devam ettirmeye karar verdi. İlk defa 1992 yılında, kızımın yanına, ziyaret için geldim ve İstanbul'u çok sevdim. Daha sonra, alkolik ve şiddet uygulayan ve beni üzen bir insan olan eşimden ayrıldım ve İstanbul'a tekrar geldim ve bu güzel şehirde yaşamaya karar verdim. Çocukluk yıllarımın hayal ülkesi olan Türkiye'de, İstanbul'da yaşıyordum artık, Çok mutluydum ama tabii ki, bu yeni ülke, yeni bir kültür ve yeni insanlar ve beni nelerin karşılayacağını bilmiyordum. İlk geldiğim yılarda, Türkiye belki Japonya'dan, teknoloji olarak geri idi ama insanlığın ve dünyanın en çok ihtiyacı olan insanlık, sevgi, arkadaşlık, dostluk ve sıcak insani ilişkiler vardı. Sadece teknolojik ve ekonomik gelişmişlik, insan gibi yaşayabilmesi için yeterli değil. Bana göre, ekonomik, teknolojik gelişmeler elbette olmalı ama insanı insan yapan, bu değerlerdi ve ihmal edilmemeli idi.
Mevlâna'ya âşık oldum
Türkiye'de yaşamaya başladıktan sonra, sizin farklı alanlarda ilgilendiğinizi görüyoruz? Hz. Mevlana ve Mevlevilik sizin için ne ifade ediyor?
Bu ülke ve insanlarının tarihi ve yaşadığı değerleri oluşturan inanç, kültür ve sanat her geçen gün daha çok ilgimi çekmeye başlamıştı. Çünkü bir takım değerler, insanlar ve milletler için, bir birikim olmassa, o millet hayatiyetini sürdürebilmesi bir hayli güçtür. Bu anlamda, araştırmalarım sırasında, Konya ve Mevlâna Celaleddin i Rumi, benim için çok önemli bir yer tutmaktadır. 2007 yılında Konya İl Kültür Turizm Müdürlüğü tarafından yayınlanan 'Mevlana Celaleddin i Rumi' isimli kitabın, benden Japonca'ya çevirmem teklif edildiği zaman, çok mutlu olmuştum. Ama bu tercüme sürecinde ve Konya'ya yaptığım seyahatler ile Mevlana Müze-Türbesi, Mevlevi Semazenlerinin sema ritüelleri, müziği ve o kültür beni, Mevlana'ya aşık etti. Onun eserlerindeki o çok yönlülük, insan, aska insan nasıl hayran olmaz ki? Her fırsatta Konya'ya gelmek, ziyaretlerde bulunmak ve sema törenlerinde bulunmak, en büyük mutluluk kaynağım. Konya Tasavvuf Musıkisi Topluluğu Postnişin ve Müdürü Fahri Özçakıl Bey ile tanışmam, bu konular hakkında, daha fazla ve yakından bilgi sahibi olmama fayda sağladı. 1200lü yıllar, yani Selçuklular devrinden başlayarak, yaşayan bir kültür ve bütün insanlığın, ihtiyacı olan bir sosyal olgu olduğunu düşünüyorum.
Selçuklu kültürünü araştırıyorum
Selçuklu Devleti, kültürü ve mimarisinin de ilgi alanınızda olduğunu biliyoruz. Bu ilgi nasıl başladı?
Rumi'nin ve eserlerindeki hayata, insana, olaylara bakış ve değerlerini araştırırken, Onun yaşadığı asırlar ve Selçuklu Devleti ve mimarisindeki muhteşem sanat estetik ve güzelliğine hayran oldum. Araştırmalarım sırasında, 2010 yılında Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat ile tanıştım ve onun hayatı ile dönemini araştırmaya başladım. Bu konuda bir kitap çalışması içindeyim. Aslında araştırmalarımı 1071 Malazgirt Zaferinden başlattım. Bu süreçte gördüm ki, aslında Türkiye'de, Selçuklu Devleti, sanatı, kültürü ve mimarisi ile ilgili çok fazla çalışma yapılmamış. Umarım güzel bir kitap olur. Türklerde, Selçuklular'dan önce de var olan ve bu gün de kültürel ve turistik de olsa, bir müzik var ki, o bizi Japonları hayran bırakıyor.
Japonlar en çok Mehter'i seviyor
Mehter marşlarında, sizi etkileyen nedir?
Mehter öyle bir müzik ki, hem tarih, hem kültür, hem estetik, hem müzikal kalite ve insanların ruhuna hitap ediyor. Sonra mehterdeki sanatçıların giydikleri her bir giysi, enstrümanlar, yürüyüş çok güzel. Japonya'da mehter marşları, en çok da 'Ceddin deden, neslin baban, hep kahraman Türk Milleti...' diye başlayan, mehter marşı benim de, Japonya'da da, en çok sevilen mehter marşı.
Türkiye daha iyi tanıtım yapmalı
Türkiye'nin, yurtdışındaki tanıtımları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu konuda ne yazık ki, çok olumlu sözler söylemem mümkün değil. Çünkü, bu ülke tarihi, kültürü, sanatı, müziği, inançları, folklorü, zanaatları ve insani değerleri ile o kadar köklü, kalıcı ve insanların, farkı din, dil ve kültüre sahip olsalar da, hayran olabilecekleri bir ülke. Birçok dünyaca tanınmış sanatkarlarınız var. Kütahyalı Çini Ustası Sıtkı Olçar vardı, şimdi de kızı Nida Olçar gibi, Ebru sanatını yazdığı kitaplar, açtığı sergiler ve verdiği konferanslar ile dünyaya tanıtan Hikmet Barutçugil ve daha pek çok sanatkarlar var. Fakat, ben Japonya'da dahil, Türkiye'nin, yeterli ve çok yönlü tanıtımlarının yapıldığı kanaatinde değilim. Nerde ise sadece İstanbul değil, bu ülkenin bütün şehirleri ayrı bir kültür, sanat, turizm ve tarih merkezleri ama bunu anlatamadıktan sonra, insanlar yurtdışında nerden ve nasıl öğrenecekler, bilebilecekler ki...
YUMİKO KASE KİMDİR?
Restoran işletmecisi, şeflik, araştırmacı yazar, tercüman ve eğitmen olan Yumiko Kase, Japonya'da, Nagayerema şehrinde, 1943 yılında doğdu. Lise mezuniyeti sonrasında, 18 yaşında, bir süre bir bankada, sekreter olarak görev yaptı. 22 yaşında, belediyede çalıştı. Bir süre, daktilo öğretmenliği yaptı. 34 yaşında evlendi. Kızının, Türkiye'de bir genç ile mektup arkadaşlığı sonrasında, kızı Vada 1988 yılında , Türkiye'ye üniversite eğitimi için geldi. O yıllarda iki Türkiye'ye geldi. Türkiye'yi ve Türk insanını seven Kase, alkolik olan eşinden 1995 yılında boşanarak, Türkiye'ye yerleşmeye karar verdi. Zanussi Mutfak Sanatları Okulu'nun, Japon Mutfağında görev yaptı. Japon mutfağını tanıtmak amacı ile farklı zamanlarda, üç restoran açtı. Bu işi bırakarak hayatını okuma, araştırma ve yazmaya verdi. Japon turistlere tercümanlık yaparken, bir taraftan da, Türkiye'nin, gönüllü kültür elçisi olarak, çalışmalar yapmaya başladı. Japonya'da, 'Türkiye'de, yedi yıl' adlı bir kitabı yayınlandı. Hazreti Mevlana aşığı olan yazar, 2007 yılında Konya İl Kültür Turizm Müdürlüğü tarafından yayınlanan 'Mevlana Celaleddin i Rumi' isimli kitabı, Japonca'ya çevirdi. Japon Devlet Televizyonu NHK'ye, Türkiye haber ve belgesel çekim ve programlarında, danışmanlık yaptı. Halen İstanbul'da yaşayan yazar, kitap çalışmalarını sürdürmektedir.