“Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere. ”
Bu kadar karamsar olmaya gerek var mı? Sonbahara ulaşmanın kazandırdığı hiç mi güzellik yok? Elbette var. Bakınız sonbaharın yararları neler miş: “Piknik yapma derdinden kurtulursunuz. Tatil günlerinde evde aile sofrasında yemek yemek size zevk verir. Ev toplantılarının sıklığı artar ve özlediğiniz arkadaşlarınızı görürsünüz. Serin sonbahar havası, yüzünüze renk getirir. Aşırı sıcaklardan yakınmazsınız. Ağaçlardan dökülen yaprakların kokusu sizi geçmiş günlerin anılarına götürür. Özlediğiniz kıyafetleri giyebilirsiniz.”
Bunlar işin şakası. Sonbahar, edebiyatımızın bir döneminin sembolü olmuştur ki, bu Servet-i Fünun’dur. Servet-i Fünun şairleri, insanla sonbahar arasında benzetmeler kurmuşlar, sonbaharın rengini, musikisini şiirlerinde bir besteci, bir ressam gibi yansıtmışlardır. 12 Ekim 2005’de kaybettiğimiz şairlerinden Atilla İlhan’ın da böyle bir şiiri var:
“Kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
Titrek dudaklarında sarışın bir keder
Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
Sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler
Cahit Külebi; “Sonbahar geliyor serçe/ Yuvanı nereye yapacaksın?” diye, hoyrat esecek rüzgârların altında ıslanacak serçeyi düşünedursun, biraz önce sözünü ettiğimiz Atillâ İlhan başka duygular içinde: “Oysa ben akşam olmuşum / yapraklarım dökülüyor / usul usul/ adım sonbahar.”
Munis Faik Ozansoy, güllerle hazanın buluşmasını dizelere dökmüş:
“Güller ki bütün mevsim, usanmış kanamaktan,
Güller ki bakıp yollara beklerdi hazanı,
Güller gibi aylarca hayal ettim uzaktan,
Yaprakların altın gibi savrulduğu anı.
Edebiyatımızın daha sonraki dönemi olan Fecr-i Ati’de durum biraz değişiyor: Ahmet Haşim, bu mevsimde düşüncelere dalsa da dünyevi zevklerden vazgeçmiyor :
"Bir taraf bahçe, bir taraf dere, / Gel uzan sevgilim benimle yere;/ Suyu yakuta döndüren bu hazan, / Bizi gark eyliyor düşüncelere..."
Hayatın her döneminin, yaşanılan her mevsimin kendine özgü güzellikleri var. Ama sonbahar, şiirimizde hüzünle özdeşleşmiş. Mevsimlerin en şairane olmasının nedeni bu olsa gerek. Sonbahara eylül kapısından girip, kasım sonunda çıkıyoruz. Ahmet Haşim, “Son Bahar Şiirleri” adlı yazısında söyle diyor:
“Bahçelerde sarıçiçeklerin açtığı; havanın keskin incir yaprağı kokularıyla dolduğu; ufuklarda gümüş ve bakır bulutların anlaşılmaz işler hazırlamakla meşgul olduğu; akşamüstü otları kurumuş tepelerde, yeşil eşarp, kırmızı örtü, beyaz ve lacivert elbiselerle dolaşan genç kızların etekleri rüzgârda uçuştuğu ve saçları çözülüp dağıldığı bu mevsimde, sonbahar şiirlerinden daha munis bir konuşma konusu olabilir mi?”
Musikimizden sonbaharı dışlayabilir miyiz. Hüzün ve melankoli duyguları, sonbahar motifleri ile yer almış. Anılarla dolu bir ruh derinliğinin tadını bu şarkılarda bulmaktayız:
“Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden,
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!
Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden”
Yahya Kemal’in şiirini, Selâhattin Pınar “bayatî” makamında bestelemiş.
Yıldırım Gürses’in şarkısı ne kadar güzeldir:
Düşen bir yaprak görürsen
Beni hatırla demiştin
Biliyorsun ben seni
Sonbaharda sevmiştim
Her sonbahar gelişinde
Sarı , sarı yapraklarda
Kuru dallar arasında
Sen gelirsin aklıma
Şüphem yok ki; her mevsim gibi sonbahar da şiirin kendisidir. Duygularınızın pozitif ya da negatif yüküne göre, istediğiniz yöne çekebilirsiniz.