Karacaoğlan'ın Kaderi
"Garip illerde, özellikle güzel yaylalarda, bülbüller, sümbüller ve nice şuh aşiret dilberleri arasında dolaşan; doğuştan, anadan âşık Karacaoğlan, Varsak kazasında dünyaya gelmiştir. Babası Türkmen aşiretlerinden Kara İlyas, yoksul olduğu için avcılıkla geçinirken Kozan derebeylerinden Hüssam Beyin sayıl adıyla tut-kap asker topladığı zamanda bu guruba dâhil edilmiştir. Bir daha geri dönmemiş, kaybolduğu için ailesi Sâyıloğlular lâkabıyla anılmıştır. Karacaoğlan'ın adı Hasan'dır. Öksüz büyümüştür. Yüzü karayağız ve yoksul olduğu için Karacaoğlan adıyla anılmıştır. Karacaoğlan delikanlıyken hareketli bir genç imiş. Köyünden Serdengeçti Osman Ağa, Karacaoğlan'ı evlât edinmiş ve yoksul bir ailenin kızı ile evlendirmiştir. Karacaoğlan eşini, çirkin ve kaba bulduğu için sevmemiş ayrıca babası gibi "sayıl askerliği"ne alınırım korkusuyla yirmi dört yaşında Varsak'tan kaçmıştır. Maraş'ta Zülkadiroğlu Hüssam Beyin koruması altına girmiş, altı yıl burada kaldıktan sonra diyar diyar gezmeğe başlamıştır. Varsak'a on dokuz yıl sonra geri dönmüşse de fazla kalamamış Tarsus yoluyla yeniden yollara düşmüştür. Ermenek, Karaman, Ankara, Niğde, Kayseri, Sivas'a uğradıktan sonra, Türkmen aşiretleri arasında gezmiş ve Maraş'ın yeni beylerinden Ali Bey'in Taylan yaylasına konuk olmuştur. Geri kalan ömrünü Türkmen aşiretleri arasında geçirmiş ve Maraş yakınında, Cezel yaylasında 96 yaşında ölmüştür. Vasiyeti üzerine ıssız bir pınar başına gömülmüş, sazı başucundaki bir ağaca asılmıştır. Karacaoğlan karayağız, seyrek sakallı, şuh-meşrep, uzunca boylu, levent bir adam imiş."
Ali Rıza Yalgın, 1928'de, o zamanın olanaklarıyla Feke'ye beş saat uzaklıkta olan yirmi hâneli Gökçeli köyüne gitmiş, burada Karacaoğlan'ın akrabası olduğunu belirten ailelerle konuşmuştur. Şiirler derlemiş, Karacaoğlan'a ilişkin anlatılanları not etmiştir.
Yalgın'ın notlarına göre Karacaoğlan, Gökçeli köyünden yoksul bir ailenin çocuğudur. Küçük yaşta öksüz kalmış ve gençlik yıllarında barınmak, çalışmak için Belen köye gelerek Kozanoğulları'nın kapısına sığınmış. Adı gibi karakuru delikanlı, bu kapıda hizmet görürken ağanın kızana vurulmuş. Bu tutkusunu çaldığı sazın telinden yansıtmış, ne yazık ki bu sevdâ, başına dert açmış. Sevgilisine kavuşmanın tek yolunun para kazanmak olduğunu anlayınce saz çalmayı, şiir söylemeyi meslek edinmiş ve sazını alarak gurbeti dolaşmaya başlamış. Üne kavuşunca, önce sevdiğini almış; sonra karısıyla birlikte ablasının bulunduğu Gökçeli'ye dönmüş. Bir süre sonra ablası ile eniştesi ölmüş. Geriye gözü ve gönlü yengesinde yani, Karacaoğlan'ın karısında olan densiz bir yeğen kalmış. Yenge önce yüz vermemiş, ancak delikanlı da ne olursa olsun onu bırakmamış. Bir gün Karcaoğlan'ı yakın bir köyde düğüne çağırmışlar. Düğün güzel olmasına güzelmiş de Karacaoğlan'ın yüreği ezikmiş; gönlü hüzünlü, eli sazın teline takılmış ve tel kopmuş. Bir uğursuzluk olduğunu sezmiş. Sabaha karşı, herkes derin uykuda iken, atlamış atına, evine gelmiş; yeğeni ile karısını açık saçık uyurken bulmuş. Önce öldürmek istemiş, sonra vazgeçmiş. Üzerinden çıkardığı kara maşlahı uyuyanlara örtüp, gitmiş.
Bu olayı bir şiirinde şöyle anlatmış:
Uzak yerlerden de emendim geldim.
Geldim de yüzünün nuru kalmamış
Kaşın ile gözün gel gel ederdi
Şimdi söyleyecek dilin kalmamış
......
Karacaoğlan der ki hele nideyim
Başım alıp diyar diyar gideyim
Varıp bir sitile hizmet edeyim
Dökülmüş yaprağım ferin kalmamış
Karacaoğlan, bu olaydan sonra yıkılmış bir durumda Gökçeli'yi terk etmiş. Üzüntüsünün nedenini soran köylülere şu şiiri ile açıklama yapmış:
"Azgın ağalar zamane azgın
Şahin yuvasında dönüyor kuzgun
Tarlası arı da bideri bozgun
Neyleyim yiğeni day olmayınca..."