Keklik taşta ne gezer?

Şarkışla Ortaokulu’nun birinci sınıfındaydık. Bir hava astsubayının kız kardeşi bizim sınıftaydı. Adı Nuran’dı. Sarışın ve yanakları kızaran bir arkadaşımızdı.

Abone Ol

Onların evi okula daha yakında. Biz Dolayı mahallesinin henüz tarla olan kısmında yen yapılmış bir evde otururduk. Okuldan beraber çıktığımızda öce o evlerine ulaşır, ben devam eder giderdim.

Bir gün Nuran bir şarkı söyledi. Söylerken yüzü yine kıpkırmızı oldu: Hepimiz büyülenmiş, dinliyorduk:

“Keklik dağlarda şağılar

Yavrum diye diye ağlar

Günden güne yansa dağlar

Görenlerin bağrı yanar

Ağlarım ben kekliğime

Seherde öten bülbüle

Bu şarkıyı ilk kez Nuran’ın sesinden dinlemiştim. Nereden bilirdim ki,  gelecek yıllar içinde bu hüseyni türkünün Faruk Nafiz Çamlıbel’in olacağını ve benim  Faruk Nafiz hakkında kitap yazacağımı?

Folklorumuzda sembolleşmiş yerler, ”kahramanlar” var. Bazen bir maral, ceylan, bazen bir ağaç bir güvercin, bir turna bir keklik olur. Bir başka anlatımla, Keklik halk kültürü ürünlerinde yerini almış. On’larca türküde, manide, şiirde, hikâyede, öyküde, atasözünde, deyimde ve efsanede keklikten söz edildiği görülmekte… Kekliğin kınalı ayakları ve kınalı gagaları hep güzellik sembolü olarak anlatılmış. Karacaoğlan pınar başına gelen güzelleri kekliğe benzetiyor:

 “Üçü uzun boylu gözlerin süzer / Üçü orta boylu zülfünü düzer  / Dedim akça ceyran gölde ne gezer / Al kınalı keklik indi pınara”

Âşık Ruhsatî: “Keklik gibi taştan taşa sekerek  /    Gerdan açıp gelişini sevdiğim.”  diye sevgilisinin yürüyüşünü kekliğin sekişine benzeterek anlatır...

Yine Karacaoğlan “ Güvercin duruşlu keklik sekişli / Kıl ördek boyunlu ceren bakışlı / Tavus kuşu gibi göğsü nakışlı / Şöyle bir güzel ver gönül eğleyim” demekte.

Âşık Veysel ise bir şiirinde:

 “Gezme yârim keklik gibi kayada / Sakın tellerini yoldurma yâda / Veysel'in aşkına al da bir bâde / Doldur ver içeyim içtiğin tastan” demiş. Denizli Acıpayam yöresinden bir türkünün sözleri de şöyle: 

 “Yaylalarda gezersin

Keklik gibi sekersin

Ak kayanın başında                   

Yanık yanık ötersin”

Keklik; sülüngiller ailesine mensup bir kuş. Gövdesi esmer ve kızıl, yanakları ve gerdanı pas rengi… Alnındaki siyah bant gözlerinden geçerek yanaklardan aşağıya inip gerdanlık biçiminde sonuçlanmış. Bazılarının göğüs kısmında at nalı şeklinde kahverengi bir leke bulunuyor. Gaga ve ayaklar gri veya kırmızı, parmakları çıplak… Ülkemizin hemen hemen her yöresinde kekliğe rastlanıyor.  Boz Keklik, Çil Keklik, Beyaz Keklik, Kum Kekliği, Şam Kekliği gibi türleri var.  Halkımız, kırmızı kekliğe taş kekliği, kınalı keklik ise dağ kekliği adını vermiş. En tanınmış türleri de bu ikisi. Kınalı kekliğin sırtı gri kahverengi, gerdanı beyaz, gerdan çevresi siyah ve şeritli alın çizgisi, gaga ile göz arası siyah, gaga ve ayakları kırmızı… Belki onun için Kars türküsünde:  “Keklik daşda ne gezer  / Galem gaşda ne gezer” sözleri yer oluyor.

Keklik, Nisan ayında 10-20 arasında yumurta yapar. Kuluçka süresi 20-24 gün arasındadır. Kuluçka sonunda 20 yavru çıkabilir. Üreme mevsimi dışında sürü halinde yaşarlar.  Kışı birlikte geçiren keklikler, şubat ayı gelince çift çift ayrılırlar. Eş seçme zamanları kekliklerin en kavgacı oldukları zamandır. Keklik, erkek-dişi bir arada yaşar. Dişisi erkeğinden biraz daha küçüktür.

Ömürleri 6-7 senedir. Keklik, çok iyi işiten, çok hızlı koşan ve uçarken kanatlarının çıkardığı sesten dolayı gürültü bırakan bir kuştur. Çayır ve süpürge otları arasında, çıplak taşlık ve kayalık yerlerde yaşar.

Canlı olarak yakalanan keklikler kuş pazarında, besleyenler arasında veya kuşçu kahvesinde satılıyor. Erkek keklikler daha pahalı keklik beslemek, kırsal kesimde başka bir uğraşı olmayan insanlarda can sıkıntısını gideriyor. Besleyen ile keklik arasında bir arkadaş yakınlığı doğuyor. Keklikler evcilleşmiyor. Kafesten çıktığında uçup gidiyorlar.