Kıssadan hisse

Kimse öküz altında buzağı aramasın. Vallah, billah o öküzü de buzağıyı da nesebi gayri sahih yani “Yasal olmayan bir birleşme sonucu doğan çocuk,” sayarım. Halk dilinde; “babası belli olmayan çocuk,” demektir.

Abone Ol

Geçen haftanın Perşembe günüydü. Hatırlayan var mı? “Piç Mehmet Paşa” başlıklı bir yazı yazdım. “Sen bin garip çingenesin, gümüş (telli) zurna neyine” dedikleri gibi politikayla işim olmaz. Ama bizim Piç Mehmet Paşa’yı günlük politikaya yormuşlar.

Bulunuz bu yazıyı da iyice okuyunuz. “Haniye bunun politikası?” Deli kızın topalı var amma, Piç Mehmet Paşa’nın siyaseti yok.

Laf lafı açıyor. Deli kız nereden çıktı?

Erzurum Bayburt yöresinin bir seyirlik halk oyunu vardır. Bizim Deli Kız’la karşılıklı söyleşinler. Bilirsiniz:

-Deli kız sinin geliyor,

-Sinide neler geliyor?

-Sinide halhal geliyor

-Hani ya niye gelmedi

-Geldi de geri dönüyor

-Ne kusurumu gördüler

-Kolun çolak dediler

- Kurbanız olim eyi bakın

Hayranız olim eyi bakın

Çolak bunun neresi

Kız anam bacım hani ya

Diyalog, topal, kör, sağır, kel vs. devam eder gider.

Şimdi aktaracağım kıssanın öküzünün altında buzağı aramayınız.

“Behlül Dânâ Hazretleri, Harun Reşit’in yanına gider ve der ki “Bana bir iş ver”. Harun Reşit de o zamanın hükümdarıdır. Düşünür ve der ki:

“Sana fırınları denetleme işini veriyorum. Git fırınların ağası ol, onları denetle.”

Behlül Dânâ yola koyulur ve fırınları denetlemeye başlar. İlk fırına girer, ekmeklerin gramlarını kontrol eder. Bakar ki normalinden eksiktir. Hemen fırının sahibini çağırır ve ona:

“Durumun nasıl? Hayattan memnun musun? Hayattan lezzet alabiliyor musun? Çocuklarınla aran nasıl? Geçimin nasıl, iyi mi?” diye sorar.

Ancak fırının sahibi bütün sorulara olumsuz cevap vermektedir. Oradan ayrılır. Hemen arkasından fırıncı: “Yahu bi’ ceza kesmeyecek misin?”

“Hayır” der. Yoluna devam eder. Daha sonra Behlül Dânâ Hazretleri başka bir fırına girer. Orada da yine ekmeklerin gramlarını kontrol eder. Bakar ki olması gerekenden fazladır.

Hemen fırıncıyı yanına çağırır ve ona da tekrardan şu soruları yöneltir:

“Durumun nasıl? Hayattan lezzet alabiliyor musun? Mutlu musun? Çocuklarınla aran nasıl?”. Fırıncı hepsine çok ama çok olumlu cevaplar verir. Daha sonra Behlül Dânâ Hazretleri derhâl Harun Reşit’in yanına çıkar. Harun Reşit’e der ki

“Ben bu işi yapmayacağım. Bana başka bir iş ver”. Harun Reşit der ki “Yahu daha az önce sana bu işi verdik. Ne demek yeni bir iş istiyorsun?” Behlül hemen açıklama yapar:

“Efendimiz, çarşı-pazarın zaten bir ağası varmış. Benden önce ekmeklerle birlikte vicdanları da tartmış ve ona göre herkes hesabını ödemiş. Yani bana ihtiyaç kalmamış,” der.

Şimdi gelelim kıssadan hisse çıkarmaya:

Bizler de bu fırıncı gibi bazen yaptığımız işlerde insanlara haksızlık yapmaktayız. Belki insanların arkasından konuşmaktayız. Belki de dedikodusunu yapmaktayız. Belki gıybetini etmekteyiz. Ve keza ve keza… Bundan ötürü de hayattan bazen lezzet alamıyoruz. Bazen dünya üzerimize üzerimize geliyor. Bazen çok ama çok problemler yaşıyoruz. Bu durumdan kurtulmak istiyoruz. Ancak biz hesabımızı kitabımızı dünyaya endeksli yaptığımızdan, hep paraya, mala, mülke endeksli yaptığımızdan, hatta bir dostumuzu dahi çıkar için yanımızda bulundurduğumuzdan evin içerisinde, hatta iç âlemimiz de gittikçe bozulmakta ve şikâyet üstüne şikâyet etmekteyiz.

Sanırım ilk olarak iç dünyamızda vicdanımızı düzeltelim. İç âlemimizi düzeltirsek, her şeyi, herkesi, elimizdekileri ve elimize girme ihtimalinde olanları dahi sırf Allah rızası için seversek, o zaman gerçekten bizler de anlayacağız ki ne kadar verirsek verelim Allah yoluna, daha fazlası iç âlemimize belki maddi olarak gelmese de manevi olarak akmakta.