Mehmet Zeki Akdağ ile eküri olmak

Bu yılın mayıs ortasında Mehmet Zeki Akdağ’a yapılan haksızlıktan söz etmiş ve “Kahrolsun insanlığınız!” diye haykırmıştım. Zeki Müren’in okuduğu Kahır Mektubu’ndan Zeki Akdağ’ın adını çıkarmışlardı. Özür olarak “Biz seni öldü biliyorduk” demişlerdi.

Abone Ol

Şehit töreni ve şehit çocukları için yazdığı şiirleri beni duygulandırırdı. Çocuk bayramlarında çocuklar için şiir yazmayı ihmal etmezdi. Ona göre, yarının insanı, yurt ve geleceğin güveni, ana ve babanın her şeyi, tek amaç ve varlığı, hayatımızın en güzel eseri, sevdiğimizin bağı, aile ocağımızın tüten sevinci, meyvelerimiz, dallarımız, yapraklarımız her şeyimiz çocuklarımızdı. 

“Henüz kaymak tutmamış

Sütümüzdür çocuklar.

Yarınlara armağan,

Adımızdır çocuklar...

Güneşe hesap soran

Ülkeye kanat geren

Umutlara kan veren

Mitimizdir  çocuklar...”

Mehmet Zeki Akdağ ile bir ortak noktamız da türkülere gönül verişimizdi. İkimiz de  fakir bir ilçede, fakir ve ailenin çocuğu olarak   asker ocağına sığınmış, bağrımızın yangını türkülerle söndürmeye çalışmıştık:  

“…. Anacığım çağırıyor

Bir türküde demin beni

Türkülerle doğmuşum ben,

Türkülerle gömün beni.”

Onun türkülere vurgun olmasından, onlarla duygulanmasından, onlarla gülmesinden, onlarla ağlamasından doğal bir şey olamazdı:

“İçimdeki güneş battı ardından

Irmak kırılır mı orta yerinden

Yüce hazlar inlemekte derinden

Yollarına çıktıklarım türküler.”

Eküri kelimesini dağarcığıma Yalçın Toker Kazandırdı. Yalçın Toker, gazeteci ve Toker Yayınevinin sahibi. 1974 yılında ilk kitabım Cenap Şehabettin Toker Yayınevi tarafından çıkarılmıştı. Sonra Sait Faik ile ilgili çalışmam orada yayınlandı. Tuğla gibi kitap olarak tanımladıkları 1000 sayfayı geçkin Cumhuriyet Dönemi Türk Hikayesi adlı kitabım Toker Yayınları arasında çıktı. Toker Yayınevi için eski yazıdan yeni yazıya çeviriler de yapmıştım. Yusuf Akçura’nın Türkçülük bunlardan biriydi. Rıza Nur’un Türk Tarihi’nin son cildi hariç tamamı elimden geçmişti. Yalçın Toker’i sever sayarım. O da beni sever ve bana şakalar yapar. Bir gün bana:

“Ekürin nerede?” diye sordu. At yarışı bültenlerinde rastlardım ama, o güne kadar eküri kelimesinin anlamını bilmiyordum. O zamanlar elimizin altında Google” amca yok ki hemen açıp bakayım. Sözlüğü karıştırdım.

 “Ahırdaş” karşılığını görünce, bozuldum. Ancak, açıklamayı okuyunca kızgınlığım geçti. Şöyle yazıyordu:

“Aynı zamanda gündelik yaşamda halk arasında çok sık beraber dolaşan insanlar için yakın arkadaş şeklinde de ele alınmaktadır. Ancak bu durum daha çok mecazi anlamda şaka yapmak istendiği zaman öne çıkıyor.”

Yalçın Toker’den aldığımı birçok yazıdan Aşık Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova için satmışımdır.

Bu anlamda Mehmet Zeki Akdağ ile ben eküriydim. Yaşça ve hayat tecrübesi benden fazlaydı.  Pek çok probleminde yol göstericim ve koruyucum olmuştu.  Aynı gazetelerde çalıştık. Aynı sosyal sorumluluk ve etkinlikler içinde bulunduk. Yurdum pek çok ilinde ilçesinde şiir şölenlerine katıldık.. Babıali sokaklarını birlikte adımlamıştık.

Bir yılı geçkin zamandır, sağlık sorunlarım nedeniyle Babıali Yokuşunu tırmanamıyorum. “Babıali’den yokuşundan çirkef akar” sözünü Necip Fazıl’a yakıştırırlar. Ömrümün 55 yılını bu yokuşta geçirdim. Çirkef demeyeyim ama vefasızlık, iki yüzlülük, ihanetin en gerçek tanığı olduğuma Mehmet Zeki Akdağ da tanıktır.

Mehmet Zeki Akdağ ağabey aramızdan ayrılalı beş yıl geçti.  Yıllarca Bayramoğlu’nda tatilimizi yapmıştık. Beraber yürüğümüz Babıali’nin sokaklarından ondan sonra da geçtim. Çoğu kez içimde burukluk, yüreğime akan gözyaşı oldu. Osman Nihat Akın’ın bir şarkısını anımsar oldum:

“Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi

 Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi”

Bu şarkı Mehmet Zeki Akdağ’ı nasıl çağrıştırıyor?

Osman Nihat bu şarkıyı, Büyükada Dil Burnu’nda çok sevdiği arkadaşı Refik Ahmet Altınay’ın ölümünün birinci yılında bestelemişti.