Milli uyanış

Yarın 19 Mayıs… Türk milletinin milli uyanış fitilinin, başka bir deyişle tam bağımsızlık meşalesinin ateşlendiği gün…

Abone Ol

Aradan 104 yıl geçmiş, hâlâ Türk milletinin bağımsızlığını hazmedemeyenler var.

Dışarıda her zaman olan düşmanlardan bahsetmiyorum…

İçimizde yaşayan, sözde bağımsızlığı savunan ama ne hikmetse tam bağımsızlık için varını yoğunu, hayatını ortaya koyan milli mücadele kahramanlarını her fırsatta hedef alanlardan bahsediyorum.

Türk’ün tam bağımsızlığına söz söyleyemeyince hedef tahtasına Atatürk’ü koyuyorlar. Atatürk’ü eleştiriyoruz, eleştiri de denmez ya düpedüz hakaret etmek, ayaklarıyla Türk milletinin bağımsızlığının temeline dinamit koymak istiyorlar.

Bakmayın süslü kelimelerle bağımsızlık yanlısı göründüklerine…

Türkiye’de olup bitenleri iyi analiz edin…

Bir seçim geride kaldı. Sürekli terörden, teröristlerle işbirliğinden dem vuruldu, suçlamalar yöneltildi.

Önceki gün Şırnak’ta bölücü terör örgütü PKK ile mücadelede 4 askerimiz ve bir güvenlik korucusu şehit oldu.

Bu kaçıncı şehit, bileniniz var mı?

Kaç yıl geçti, zamanında bir avuç eşkıya dedikleri teröristler niçin bitirilemiyor?

Sadece bu kadar mı?

Sınırlarımız yol geçen hanı gibi… Giren çıkan belli değil. Türk vatandaşları, komşumuz Gürcistan veya Bulgaristan’a gitmek için sınır kapılarında sürünüyor, elli yerden kontrolden geçiyor…

Suriye, Afganistan ve Pakistan’dan kim oldukları, ne yaptıkları bilinmeyen, binlerce yabancı elini kolunu sallayarak ülkemize giriş yapıyor.

Giren ve çıkanların kaydı tutuluyor mu meçhul. Çoğu zaten yasal olmayan yollardan geliyor.

Gelenlerin kim olduklarını, hangi istihbarat veya terör örgütü ile hareket ettiklerini bilen yok.

Ama isteyen geliyor, gelebiliyor.

Sadece Türkler hariç, Doğu Türkistan’dan gelen Türkler hemen kapı önüne konuluyor.

Türkiye’de mülteci ayaklarıyla veya kaçak giriş yapan kaç kişi olduğunu bir Allah’ın kulu bilmiyor. En az tahmin edenler 8-9 milyon diyor, 15 milyondan fazla diyenler bile var.

9 milyon kabul etseniz bile her 9 kişiden biri yabancı demektir.

Ülkemiz resmen işgal altında kimse farkında değil veya umursamıyor.

Farkında olanlar, tepki gösterenler de seslerini duyuramıyor. Duyuranlar da hain, faşist, ırkçı ilan ediliyor.

Bütün bunların bilinmesini istemeyenler de akıllarınca Atatürk’e laf atarak gerçekleri örtmek derdinde…

Azıcık gözümüzü açıp, etrafımızda olup biteni görmenin vakti gelmedi mi?

Yoksa Bandırma vapurunun Samsun’a çıkmasını mı bekleyeceğiz?

*****

Cumhuriyet, adam yerine konulmaktır

Sıcak bir Ağustos ayında, öğle vakti.

Atatürk Ulus’ta meşhur Karpiç Lokantasında, yine mutat şekilde, cam kenarındaki masasına oturmuş, kafasında bin bir düşünce, yoldan gelip geçenleri seyrediyor.

Yolun karşı tarafındaki bir hareketlilik dikkatini çekiyor.

Yoldan gelip geçenlere; içindeki buzlu şurubun ısınmaması için sırtındaki, meşinle kaplı bakır ibriğinden, beline bağlığı 4-5 gözlü tahta bardaklıktan çıkardığı tahta bardağı, elindeki su ibriğinden döktüğü suyla, şöyle bir çalkaladıktan sonra, belini öne doğru eğiyor, şerbetle dolan bardağı müşterisine uzatıyor.

Göğsündeki namı olan yazıyı, bu kere yüksek sesle uyumlu ve sattığı soğuk şurubunu da metheder bir üslupla bağırıyor:

“Erbabı bilirr… Erbabı bilirr…”

Mustafa Kemal hoşlandığı bu sahnenin başaktörünün, yanına davet edilmesini istiyor.

Atatürk’ün huzuruna, ibriği sırtında, ter revan içerisinde çıkarılan “Erbabı Bilir” biraz endişeli ve şaşkın… “Bana bir bardak şurup verir misin?” diyen ulu öndere; aktararak daha da soğuttuğu şurup bardağını uzatır.

Büyük komutan, kendisine ikram edilen şurubu adeta bir dikişte bitirdikten sonra sırtındaki ibriği yere bırakıp, karşısına oturmasını ister.

Erbabı Bilir, bir an kendisini rüyada sanır, önce kaba etine bir çimdik atar, sonra hayal olmadığını anlayıp Ata’nın karşısına oturur.

Atatürk garsonlara, onun için de masaya bir servis açmalarını emreder.

Önce karşılıklı hatır sorulur; sonra Atatürk o emsalsiz zekasıyla “Halkın, yeni ilan edilen Cumhuriyet rejiminden memnuniyetinin olup olmadığını” sorar.

“Türk milletinin büyük çoğunluğu memnundur Paşam” cevabını alınca memnun olur.

“Peki; Cumhuriyet nedir sence?” diye sorar ona.

Erbabı Bilir, cahil bir köylü. Ne bilsin Cumhuriyet denilen şeyi. Ama Mustafa Kemal Paşa’ya mahcup olmayı da hiç istemez. Adeta bir anda değişim geçirir.

Yerinde şöyle bir doğrulur. Sonra da tane tane şunları söyler;

“Cumhuriyet… Benim gibi bir garibanın; Türk Ulusunun kurtarıcısı olan Ata’sının masasında oturabilmesi, kısaca adam yerine konulmasıdır.”

Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, karşısında duran yaverine; o mavi gözleri çakmak çakmak bir şekilde şöyle der:

“Maya tutmuş… Maya tutmuş…”

Bir çocuk gibi sevinçlidir.

Bu arada şerbetçi müsaade ister. Atatürk yerinden kalkar ve gitmeye hazırlanan Erbabı Bilir’in ibriğini sırtına almasına yardım eder.

Adam önce izin vermek istemez. Ama şerbetçi için bu; hayatının en önemli ve güzel hatırasıdır.

Ömrü boyunca her sohbette dostlarına “Atatürk ibriğimi sırtıma almama yardım etti” diyecektir.

*****

TEBESSÜM

Ne işe yarar?

Birinci Dünya Savaşından sonra memleket işgal edilmiş, ordu dağılmış, elde bir şey kalmamıştı. Yabancılar artık Türkiye’nin tarihe karıştığını iddia ediyor, memleket üzerinde pazarlıklar yapıyorlardı.

Bu sırada Atatürk, Samsun’a çıkmış, Erzurum ve Sivas Kongresini topluyor, Kuvayı Milliyenin oluşmasına çalışıyordu. Bu durum karşısında etrafındakilerden umutsuzluk içinde olan birisi, bir gün Mustafa Kemal sorar:

- Paşam, memleket işgal edilmiş, ordu tümüyle dağılmış, büyük devletler bizim sonumuzu görüşüyorlar. Galip devletlerin kuvvetli orduları ve donanmaları karşısında kurmak istediğiniz “Kuvayı Milliye” neye yarar?

Mustafa Kemal gayet sakin şu cevabı verdi:

- Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu koruması için, herhangi bir ümidi kalmadığı zamanda hiç değilse intihara yarar.

(Niyazi Ahmet Banoğlu; Nükte ve Fıkralarla Atatürk)

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.

Atatürk