Müezzinoğlu'nun Boynunun Borcu
Yunanistan, Lozan Antlaşması'nda tayin edilen "azınlık hakları"na riayet etmiyor, Osmanlı bakiyesi Müslüman Türk azınlığın hem ana dilini, hem de dinini öğrenmesini engellemek için akıl almaz yollara başvuruyordu çünkü.
Türkiye, Lozan gereği Fatih'in Balat semtinde bulunan Fener Rum Patrikhanesi'nin dini liderini seçmesini kolaylaştırıyor, cemaati kalmamış kiliseler bile açık tutuluyordu. "Hoşgörü" ve "Osmanlı geleneği" olarak Fener Rum Patriği'ni ilçe metropolitlerinden oluşan Sen Sinod Meclisi seçiyor, hükümet de "seçilmiş patrik" olarak muhatap alıyordu. Hatta, yasa gereği Sen Sinod Meclisi'nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşması gerekirken, yeni Ortodoks din adamları yetişmediği için Suriye'den, Mısır'dan gelen papazlar vatandaşlığa alınıyor, Patrik seçiminde oy kullanması sağlanıyordu.
* * *
Peki ya Yunanistan'da durum neydi?
Yunanistan, hiç bir zaman Türk azınlığın Batı Trakya ve Gümülcine Baş Müftüsü'nü seçmesine izin vermedi. Türk azınlık, müftüsünü seçti ama Atina yönetimi bu seçimi tanımayarak kendi güdümünde bir din adamını müftü olarak tayin etti Türk azınlığın dini işlerinin sorumlusu olarak. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmış camiler harabeye dönmüş olsa da, onarıma hiç izin vermedi Yunan yönetimi. Türk azınlığın hem dini vecibelerini yerine getirmesinin, hem de milli geleneklerini sürdürmesinin önüne akıl almaz engeller çıkardılar.
Türk azınlık, Lozan Antlaşması'nda tayin edildiği şekilde sahip olduğu topraklarında tarım yapıyor, tamamı "çiftçi" olarak yaşamını sürdürüyordu. Fakat, Yunan yönetimi arazi satışına da sınırlama getirdi. "Bir Türk, arazisini bir başka Türk'e satamaz" diye kural koydu. İşsizlik ve eğitim yüzünden yurt dışına çıkan gençler nedeniyle Türk nüfus hiç artmıyor, kalanlar da topraklarını ekecek dermana sahip olmadığı için satılığa çıkarıyordu. Atina, bu arazileri bir başka Türk almasın diye, Yunan'a "faizsiz kredi" veriyor, böylelikle topraklarını "millileştirme" politikası izliyordu.
Atina eksenine oturmayan Türk politikacılara da hayat hakkı tanımıyordu Yunanistan. Megalo ideacı fanatikleri tatmin etmek için Türk azınlığa zulüm üzerine zulüm, baskı üzerine baskı uyguluyordu.
Türk azınlığın siyasi temsilcisi Sadık Ahmet de "yörüngeye girmediği" için kurgulanmış bir trafik kazasıyla feci şekilde hayatını kaybedenler kervanına katıldı.
* * *
Mehmet Müezzinoğlu, Yunanistan'ın baskıcı politikaları ve kendisine hekimlik yaptırmaması yüzünden Meriç Nehri'ni yüzerek Türkiye'ye geldi. Yunanistan "kaçak" olduğu için onu vatandaşlıktan çıkardı. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası anlaşmalara uyarak uzun süre Müezzinoğlu'nu vatandaşlığa almadı. "Haymatlos" yani "vatansız" olarak yaşadı Müezzinoğlu.
Tıpkı, 15 Temmuz gecesi darbeci hainlerin Çengelköy'de kurşunlayarak öldürdüğü arkadaşım Mustafa Cambaz gibi... Mustafa Cambaz da Yunanistan tarafından vatandaşlıktan çıkarılmış, ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alamamıştı. "Haymatlos" olarak şehit oldu, çok sevdiği Türkiye'de sahip olduğu tek mülk olan mezarında aldı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını... O da eğitimini tamamladıktan sonra Batı Trakya'ya dönmemiş, oradaki zulmü duyurmak için elinden geleni yapmıştı.
Demokrasi şehidi Mustafa Cambaz artık Yunan zulmünü kimseye anlatamaz. Ama o zulmün bir abidesi olarak şehadet makamında yerini aldı Mustafa...
Fakat Mehmet Müezzinoğlu hayatta ve Cumhuriyet'in nimetlerine sonuna kadar kavuşmuş olmanın bahtiyarlığıyla bir zamanlar vatandaşı olamadığı Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten kadrolar arasında. Bakanlık koltuğunda oturuyor Meriç'i yüzerek geldiği topraklarda...
Şimdi Mehmet Müezzinoğlu'nun üzerinde büyük bir vazifenin vebali var.
Kurtuluş Savaşı için "Keşke Yunan galip gelseydi" diyen raporlu meczuba en iyi cevabı Mehmet Müezzinoğlu verebilir ancak. "Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi. Ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı" diyen raporlu deliye "hekim" olarak da, Türkiye Cumhuriyeti'nin Bakanı olarak da haddini bildirmek Mehmet Müezzinoğlu'nun boynunun borcudur.
Çünkü, Kurtuluş Savaşı'nın kuyruk acısını hâlâ hisseden İngiliz emperyalizminin müttefiklerinin "devşirme"leri, Türkiye'de Ebubekir El Bağdadi gibiler için zehirli tohumlar saçıyor gencecik beyinlere. Buyrun sayın Müezzinoğlu, söz sırası sizde...