1999 Gölcük ve Düzce…
2003 Bingöl…
2011 Van…
2020 Elazığ ve İzmir…
2023 Kahramanmaraş…
Uyarılar yapıldı, “olacak” dendi, önlemler yetersiz kaldı ve defalarca art arda mahvolduk. Elimizden hiçbir şey gelmedi, göz göre göre yiten canları izledik, kahrolduk. Her büyük depremde “bu bir milattır” denildiğini ancak hiçbir şeyin değişmediğini bizzat deneyimledik. Denetimsiz kanunlarla, sahada çalışmayan yönetmeliklerle, eğitimsiz kadrolarla, rüşvetçi bürokratlarla bu işin çözülemeyeceğine yaşayarak şahit olduk. Uzmanlar “orada deprem olacak” dediler, orası yerle bir oldu… Bilim insanları “şuraya dikkat” dediler, şurası perişan oldu… “Şu fay, şu zamanlarda, şu şiddetlerde …” dediler, o fay o zamanlarda o şiddetlerde kırılıp yıkıma neden oldu… Şimdi gözyaşları içerisinde “İstanbul’da büyük bir deprem olacak ve yüzbinlerce insan ölecek” diyorlar…
Bizim gibi cehaletin yaygın, siyasetin kirli olduğu ülkelerde, devletin yeterli önlemleri almamasına zaten alışkınız. Göz göre göre gelen facialar, bağıra çağıra gerçekleşen felaketler bizim kaderimiz. Devletin ilgili mekanizmalarının hiçbir şey yokmuş gibi davranmasına alıştık alışmasına lakin ya insanlara ne demeli? İstanbul’un depremden etkilenmesi kesin olan bölgelerinde, depreme dayanıklı olmadığından emin olunan binalarda yaşamakta ısrar etmeyi sadece çaresizlik ile açıklamak mümkün mü? Sizin ve ailenizin canı, her an gerçekleşebilecek ölümcül bir deprem nedeniyle tehdit altındayken, “iyi de ne yapalım, imkanlar belli” deyip geçebilir misiniz?
İstanbul’da değil Trakya’da yaşıyorum. Hepimiz gibi İstanbul’da yaşayan birçok akrabam ve sevdiklerim var. İstanbul’da yaşasam ve maddi imkansızlıklarla boğuşuyor olsam ne yapardım diye uzun uzun düşündüm. Deprem bölgesindeyim, kirada oturuyorum, güvenli konutlara erişemiyorum, şehirden taşınmam gerek, yeni ev alacak maddi imkanım yok, gideceğim yerde bir süre işsiz kalma ihtimalim var, çocukların okulu, çevremden uzaklaşmak, taşınma maliyetleri… Bu taraftan bakınca, şehir değiştirmek zor ve riskli bir karar gibi görünüyor.
Sonra diğer senaryoyu düşündüm. Depreme İstanbul’daki emniyetsiz evimde yakalanmışım, şükürler olsun ki bina başımıza yıkılmamış, enkaz yığınlarının arasından geçerek de olsa ailemi güvenli bir açık alana ulaştırabilmişim… Ortalık kıyamet yeri, insanlar feryat figan… Binalar araçların hatta yolların üzerine devrilmiş, neredeyse tüm yollar kapalı… Elektrik, su, kanalizasyon, altyapıları birbirine girmiş, su içip ısınmak bile zor… Telefon ve internet sistemleri çökmüş, kimseye ulaşamıyorum… Bu taraftan bakınca, zamanında doğru kararı veremeyerek aileme bu cehennemi yaşattığım için kendimi asla affedemeyeceğim gibi görünüyor.
Şu anda Hatay’a gidip konteyner kentte yaşayan bir depremzede ile konuşursanız, ailesinden kaç kişinin öldüğünü, enkaz başında günlerce ne çileler çektiğini, yaşamına nüfus eden ve ömür boyu sürecek olan travmalarını dinlersiniz. Şehir, meslek, konut veya okul değiştirmek gibi zorluk sandığımız birçok şeyin aslında konu dahi olmadığını anlarsınız.
İstanbul’da yaşayanlar, lütfen aklınızı başınıza alın. Yaşadığınız şehrin fiziki ve siyasi unsurlarını aklıselim ile bir kez daha değerlendirin. Şehrin yeni Belediye Başkanı adayı, 6 Şubat depreminin Şehircilik Bakanı…