Aşağıya alacağım şiiri çoğu kişiler Pakistan’ı milli şairi Muhammed İkbal’in mısralarıyla Karıştırırlar. İkbal şiirine şöyle başlıyordu:
“Derin uykuya dalan gonca, uyan, uyan kalk:
Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak:
Safâ sarayımızı keder, talan etti bak:
Kuşlar ötüyor, uyan! Ezanlar okunmada...
Bu ateşli feryatlar:
Her tarafı kavurdu;
Her tarafta bir figan...
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan! ……”
Bugün söz edeceğim Metin Eloğlu da şiirinde “uyan” diyordu. Yorumla kafanızı yormadan şiiri nakledeyim:
“Hadi uyan
Gün ışığı çilemeye başladı başucunda
Denizler bir mavilik edindi günden
Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu
Bu türküyü dinlemeyecek misin?
Hadi uyan
Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın
İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine
Yoksul olsan da uyan
Garip olsan da uyan
Mademki güzelsin, güzeli yaşatmak için
Mademki iyisin, iyiyi yaşatmak için
Mademki umutlusun, umudu yaşatmak için
Hadi uyan
Denizi dinle, yaşamak desin
Toprağı dinle, barışmak desin
Göğü dinle, sevişmek desin
Bir plak konmuş gibi gramofona
İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü
Uyan diyor uyansana
Hadi uyan
Sevdiğim uyan
Ne olur uyan !”
Metin Eloğlu, ortaokuldan sonra, 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. 1946’da siyasi nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerine Akademi’deki kaydı silindi. 1947’de başladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatma cezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi
Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Serveti fünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü yayınlandı. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan „Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı.
1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da yapılan Yarımca Sanat Şenliği’nde birincilik ödülü aldı. Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok eleştiri yazısı kaleme aldı. 11 Eylül 1985'te İstanbul'da öldü.
Eloğlu'nun ilk kitabı, Orhan Veli'nin 'Şoförün Karısı', 'Dedikodu', 'Tahattur', 'Altın Dişlim', gibi, lümpen orta tabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtan şiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Ayrıca Nazım Hikmet'in 'İnsan Manzaraları'nın etkisi de seziliyordu.
Sultan Palamut’ta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını çok başarıyla kullandı. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor ve ironi'yle, yeni şiirimize getirdiği olanakların alanını daha da genişletmişti. Yine sanatçının “toplum ve tabiatla ilişkisini büsbütün kesmemesi” gerektiğini bunu yaparken de “kopyacılığı, taklitçiliği, basmakalıp realizmi, konu ezberciliğini değil dış dünyada olup bitenleri, iç dünyasının yenileyici gücünü yararlı bir araç olarak tanıması” ile sanatına yansıtması gerektiğini öne sürüyordu.
"Kolay anlaşılan şiirin, kolay yazılabildiği kanısına vardım deneyler sonucu. Daha açığı: şiiri anlamak da, tadına varabilmek de özel bir çaba işi." demişti.
Özetle, Metin Eloğlu, edebiyatımızda yazdıklarıyla, yaptıklarıyla kendine has bir çizgi tutturmuş, akımlarla dirsek teması olsa da hiç birine dâhil olmamış, ilk kitabından itibaren sanatını hayatına koşut tutarak geliştirmiş, resimden kazandığını şiire aktarmış, özgün sanatçılarımızdan biriydi. Bir şiiriyle başladığımız yazıyı “Sofra Adabı” şiiriyle bitirelim:
Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;
Şu güveçte helmelenir fasulya.
Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;
Tuzlama şu tabağa konur ille..
Yumurta şu sahana kırılır.
Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,
Hoşaf bu kaşıkla..
İster uskumru olsun, ister kolyoz,
İster orkinoz, ister hanos;
Balık şu bıçakla kesilir..
Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,
Beyazsa bu kadehe
Yavan ekmeği nasıl yersen ye...