Onun için otuz birinci yıl dönümünü iki hafta geçtikten sonra Nesimi Çimen’den söz etmeyi denedim:
Yazıma bir şiiriyle başlayayım:
Bu nasıl bir derttir dermanı yoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Görünmez bir yara acısı çoktur
Bedenimde değil ruhumda sızı
Kurşunsuz, hançersiz kansız bir yara
Hiç bir tabip buna bulamaz çara
Keşke mansur gibi çekseler dara
Bedenimde değil ruhumda sızı
Doktoru lokmanı yok ilacı yok
Görünmez göz ile hiç bir izi yok
Saplandı sineme görünmez bir ok
Bedenimde değil ruhumda sızı
Didelerim nemli kan ağlar gözüm
Ruhum yara aldı sızlıyor özüm
Bu halimden vakıf tek cura sazım
Bedenimde değil ruhumda sızı
Yeter Nesimi bu feryadın yeter
Biliyom yanıyon keremden beter
Her ah eyledikçe dumanın tüter
Bedenimde değil ruhumda sızı
Nesimi Çimen Madımak’ta can verdiğinde 62 yaşındaydı. Bu menfur olayda çoğu hayatlarının baharında 37 kişi yok olmuştu. Yazarlarımız, şairlerimiz, ozanlarımız ve emekçilerimiz vardı. Onlar hayatta olsaydı kim bilir ne eserler vereceklerdi. Ne güzel çiçekler hatta çiçeklerin çiçekleri açacaktı.
Elimizde olmadan kendimizi bir ajite sarmalına teslim ediyoruz. Bu duygudan uzaklaşıp, asıl konuma döneyim.
Nesimi Çimen 1931 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçisinin Fatmakuyu Köyü’nde doğdu. On yaşındayken ailesiyle birlikte Kayseri’nin Sarız kasabasına bağlı İncemağara Köyü’ne göçtü.
O yıllarda Sarız’ın köyleri, Sivas, Tunceli, K.Maraş gibi illerimizden göç alan, birçok Alevi-Bektaşi ozan ve yerel sanatçının yaşadığı, şelpe tekniği çalınan ırızva, yani curanın kullanıldığı bir ilçeydi.
Çevrenin etkisiyle. Nesimi on üç – on dört yaşında cura çalmaya başladı. Yetenekliydi. Belleği kuvvetliydi. Daha çocuk denilebilecek bir yaşta, ustalığa ulaşmıştı.
İleride kendi adı ile arılacak bir şelpe düzeninin sahibi olacaktı.
Öte yandan hayatını kazanması gerekliydi. Köy ağasının yanında maraba olarak çalışmaya başladı. Başladı ya, Ağanın kızı Dilber’e de abayı yaktı. Dilber’in de ona meyli vardı. Eh iki gönül bir olunca samanlık seyran olur, derler ya, ah keşke gönül rahatlığı iye bir samanlık verseler.
Birlikte kaçmaktan başka çareleri kalmayınca, Sarız’dan kaçıp, Elbistan’ın Sevdili Köyü’nde soluğu aldılar.
Elbistan Nesimi'nin kısa ince hayat yolunda bir kilometre taşıydı. Sanatının olgunluğu yüz çevirdiği günleri burada yaşadı.
Burada Mücrimî, Hasretî, Melulî gibi değerli ozanların şiirleri, dünya görüşleri ile tanıştı. Eserleriyle hemhal oldu. Onlardan etkilendi. Ancak bazı huşlar iyi gitmemeye başlamıştı:
Bozuldu dünyanın lezzeti tadı
Gel göçelim gönül gidelim burdan
Sevginin saygının kalmadı adı
Gel göçelim gönül gidelim burdan
Gerçeğe değer yok soytarı gözde
Ahlaklar bozuldu rezalet dizde
Edep haya kalktı kalmadı yüzde
Gel göçelim gönül gidelim burdan
Arifler azaldı kalmadı kâmil
Hani sohbet ehli nerde ehl-i dil
Her ne arar isen bir güruh cahil
Gel göçelim gönül gidelim burdan
Bari sen idrak et gerçekte düşün
Dününden beter geliyor her günün
Burda yeri kalmadı Nesimi’nin
Gel göçelim gönül gidelim burdan
Ailesi ile birlikte Elbistan’dan Kadirli Kozan arasındaki Faydalı Köyü’ne yerleşti. Bir süre tarlalarda çapacılık yaptı. Dayısından kalaycılık ve bakırcılık öğrendi. Onunla birlikte köy köy dolaşıp kalaycılık yaptı. 1953-1956 yılları asker ocağında geçti. Terhis olunca, Kadirli’ye yerleşti. Geçim sıkıntısı içindeydi. Almanya’ya işçi olarak gitmeye çabaladı. Ancak, sağlık engelini bir türlü geçemedi.
Yaşar Kelam, Nesimi Çimen’in elinden tuttu. Umudunu boşa çıkartmadı. Bir mozaik fabrikasına işçi olarak girdi.
Nesimi Çimen’i anlatmaya yarın devam edeceğim.