Sandıktan çıkan mesajlar - 2

Çoğu yazar ve siyaset yorumcusu 2023 seçimlerini ana akım siyaset üzerinden değerlendirdi ve bir önceki seçim sonuçlarıyla kıyaslayarak sandıktan çıkan mesajları yorumlamaya çalıştı. Buna ben de dahilim.

Abone Ol

Bu analitiğe dayalı veri yorumlaması yönteminin adını “gerçekleşme üzerinden yorumlama” koyalım. Bu yöntem elimizdeki gerçekleşme verilerini bir önceki seçimle karşılaştırmamızı, hangi bölgelerde oyların değiştiğini net olarak görmemizi, geçmiş olayların oy oranları üzerindeki etkilerini ölçebilmemizi ve “böyle giderse” çerçevesinden bir sonraki seçim sonuçlarını yorumlayabilmemizi sağlıyor. Ekranlarda oyların 100 puan üzerinden dağılımını görüyoruz yani verilerin dayanağı partilerin veya liderlerin aldıkları oy oranları. Peki ya alamadıkları? Seçime katılmayanlar, iki adaydan birini desteklemeyenler, kasten geçersiz oy atanlar ve aslında içinden gelmediği halde sadece oy vermiş olmak için “kötünün iyisi” diye düşünerek oy kullananlar… Sandığın dışında sessiz bir mesaj yatıyor olabilir mi?

Seçimlere katılım oranlarının yüksek olması demokrasinin içselleştirilmesi ve milletin ülke yönetiminde söz sahibi olmasının en ciddi göstergelerinden biri olarak kabul edilir. Yüksek katılım seçimlerin dolayısıyla demokrasinin sayısal olarak desteklendiğini gösterse de durum gerçekten böyle midir? Diğer bir ifade ile; en yüksek katılım en yüksek demokrasiyi mi temsil eder?

Türkiye’de 1950’den günümüze 20 genel seçim olmuş ve katılım oranları genellikle %80’ler seviyesinde gerçekleşmiştir. Seçimlere katılımın en yüksek olduğu iki seçim ise 1983 (%92,36) ve 1987 (%93,38) seçimleri. 1982-1989 yılları arasındaki Kenan EVREN’in Cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleştirilen 1983 seçimleri 12 Eylül ihtilalinden sonraki ilk seçimdir ve seçime sadece Milli Güvenlik Konseyinin izin verdiği 3 parti katılabilmiştir. 1987 seçimleri de aynı şekilde askeri cuntanın yönlendirmesi ve kontrolünde gerçekleşmiş ve bu iki seçim Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en yüksek katılım oranına sahip olan seçimler olarak kayıtlara geçmiştir.

Bir diğer örnek ise nüfus, yüz ölçümü ve Avrupalılık açısından bize benzeyen, en gelişmiş ülkelerden olması nedeniyle de örnek alabileceğimiz Almanya’dan. Almanya’da en yüksek katılımlı seçim Kasım 1933 Almanya Federal seçimidir. %95.3 katılım oranına sahip bu demokrasi şöleninin galibi Adolf Hitler olmuştur. Avrupadan örneklerle devam edelim ve güncel seçimlere katılım oranlarına bir göz atalım.

2022 İtalya / % 63

2002 Fransa / % 48

2022 Hollanda / % 50.5

2021 Almanya / % 76

Örnekler çoğaltılabilir ancak bu kadarı bile “sadece seçimlere katılım oranı üzerinden ileri demokrasi nutukları atmanın” doğru olmadığına bizi ikna edebilir. Bu söylediklerimden “seçimlere katılmamak ileri demokrasidir” gibi bir anlam da çıkmasın ama tam da bu noktada farklı bir şeyi dile getirmeye çalışıyorum; demokrasilerde mesaj vermek için tek yol oy vermek midir?

2023 seçiminde ikinci tura kalan iki başkan adayına oy vermeyenlerin oranı:

Sinan OĞAN: 5.2

Muharrem İNCE: 0.4

Geçersiz: 2

Seçime katılım sağlamayan 13.7

Toplam 19.30

İkinci turda yarışacak liderler arasındaki puan farkı sadece 4.5 puan iken, ikisine de oy vermeyenler 19.30 oran ile en büyük üçüncü ittifakı simgeliyor olabilir mi? Oy kullanmayanların oranının ciddi şekilde artarak %40’lar hatta 50’ler seviyesine geldiğini düşünün. Bu durum “mevcut adayların hiçbirini desteklemiyoruz” mesajı vermez mi? Kim seçilirse seçilsin toplumun çoğunluğunu temsil etmediği için meşruiyeti ve gücü tartışılmaz mı? “Yenilik istiyoruz” anlamına gelerek siyasi aktörleri harekete geçirip yeni fikirler ve liderler doğmasına katkı sağlamaz mı? Kötünün iyisini seçenlere alternatif olmaz mı? Dayatılan adaylardan birine oy vermek zorunda mıyız yoksa farklı bir demokratik yol bulunabilir mi?

Oy vermek tek yol mu?