Sıdkî Baba’nın son günleri

Abone Ol

Dün Sıdkî Baba’nın nasıl mahlas aldığını anlatmıştım. Bu günkü yazıma seveceğinizi sandığım bir şiiri ile başlayayım: 

Bugün seyre çıkmış hublar sultanı

Teşrif etti bezmi alâya bakın,

Şevkiyle münevver kıldı cihanı

Alnında nücum-i Zehraya bakın.

 Manayı velfecri okur gözleri

 Bahseder Sure-i Nur dan yüzleri

 Aklımı yağmaya verdi sözleri

 Kalbimde devreden sevdaya bakın

 Sanki gökten yere indi bir melek,

 Bezmi aşıkan’a girdi, gelerek

 Bir elinde meze sunar gülerek

 Bir elinde meyi sahba’ya bakın.

 Dökülmüş zülüfler gül gerdanına

 Hadisler yazılmış hub divanına

 Yüz süren hac olur asitanına

 Cemal-i Kabe-i Ulyaya bakın

 Budur bu alemde hub padişahım

 Mescidim mihrabım hem kıblegahım

 Alâ sure-i Rahman işte güvanım

 Vechinde esma-ül hünsaya bakın

 Açıp gonca misali çeşmi meftunun

Şad etti bülbül-i dil-i mahzunun

 Tezyin etmek için bezmi mecnunun

 Kaldırdı nikabın Leylaya bakın

 Gelmemiş cihana böyle mâhpare,

 Bir bakışta aklım aldı ne çare,

 SIDKÎ' yı bülbül gibi düşürdün zare

Şol yüzü gül lebi hamraya bakın..

Sıdkî Baba'nın kurtuluş savaşına da katıldığı söyleniyor. Daha önce  1894 yılından itibaren Harız köyüne yerleştiğini söylemiştim. Ancak bazı kaynaklar,  1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra bu köye yerleştiğini ve  üç yıl sonra, 1928’de orada öldüğünü belirtiyorlar. Mezarı burada bulunuyor.

Sıdkî'da Yunus'un ve daha sonra gelişen Alevi- Bektaşi edebiyatının bütün izlerini görüyoruz. Eserlerinde Pervane, Kul Pervane, Fakir Pervane, Sıdkî, Sefil Sıdkî ve Sıdkîya gibi mahlaslar kullandığını söyleyebiliriz

Sıdkî Baba ilim ve irfanıyla, halka hizmet ve dürüstlüğüyle büyük saygınlığı vardı. Cesurdu. Çorum'un Hatap boğazında eşkıyalar tarafından yolu kesilince, silahını çekip eşkıyanın üzerine yürümüş ve kovalamış, adı yöreye yayılmıştı.

Saygınlığına bir örnek vereyim:

Bir gün Merzifon yolu üzerinde Abazalar köyünden Çakmakçı Ağa yolda karşılaştığı yabancıya kim olduğunu sormuş. “Harız'lıyım, şehre gidiyorum,” cevabı alınca, "Bu vakitsiz gidiş niye, kefen mefen mi lazım oldu" diye tekrar sorduğunda, Harız'lının birisiyle bir sınır davamız var, mahkemeye vereceğim" demesi  üzerine, "Niye Sıdki Baba köyde yok mu, demiş. "Dün geldi, köyde" cevabını alınca Çakmaçı Ağa adamı azarlamış "Utanmıyor musun, hâkim kendi köyünde otururken ellerin hakimine gidilir mi, dön geriye, Sıdkî Baba'ya benden selam söyle işinizi halleder" diyerek köylüyü geri çevirmiş.

Bir rivayete göre, bir gün Cemalettin Çelebi, Sıdkî’dan çok iyi iki kısrak bulmasını istedi. Birbirinin ikizi gibi görünecek Arap atlarıydı istediği. Sıdkî Arap atlarının Urfa’da olduğunu biliyordu. Yola çıktı. Ancak yolda onu asker kacağı sanıp, Suriye’ye giden askerlerin içine kattılar. Ne söylediyse fayda etmedi. Şam’da bulunan alaya teslim edilmişti. Aradan aylar geçti. Gökyüzünde çağrışarak avazla adeta semah dönen turnaları görünce şöyle seslendi:

Eğer giderseniz dost ellerine

Bir namemiz vardır alın turnalar

Gönül hayran kaldı hub tellerine

Arayın o Pir’i bulun turnalar

Başıma geleni söyleyen Pir’ime

Merhamet eylesin ah ü zarıma

Yüzlerimiz sürün ol Hünkar’ıma

Bir saat üstünde dönün turnalar

Orda zeyrat edin Sultan Balım’ı

Huzurunda arz eyleyin halımı

Varamadım kış bağladı yolumu

Acıyın benim’çün dönün turnalar

Aklım aldı sevdiğimin mevali

Gitmez derunumdan Pir’in hayali

Görmeden geçmeyin Sultan Cemal’i

Varın divanında durun turnalar

Sıdkî der kurbanım Ali soyuna

Kurban olam kaşlarının yayına

Gökte melaikler durdu darına

Arzuhalım Pir’e sunun turnalar

Sıdkî Baba, Merzifon’un Harız köyüne geldikten bir müddet sonra 1911 yılında eşi Hatice vefat edince bu köyden Naciye isimli bir kızla ikinci evliliğini yaptı. İlk eşinden Kenzi, Fadime, Güleser ve Sakine adından dört kızı ve Ali Baki adını verdiği bir oğlu olmuştu. İkinci eşinden ise Hamdullah adını verdiği bir oğlu ile Kadın ve Naile adlı iki kızı dünyaya gelmişti.

Oğulları Ali Baki Gül ve Hamdullah Gül de babaları gibi  sevilen ve sayılan âşıklardı. Sıdkî Baba kendisinden sonra pek çok âşığı etkiledi. Onlardan biri de Aşık Veysel’di. Babası tarafından yedi yaşındaki Veysel’i ezberletilen ilk deyişler arasında Sıdkî Baba’nın eserleri vardı.  Yarın ki yazımda Sıdkî Baba’ya ilişkin çalışmalardan söz edeyim: