Depremin yıkıcı etkileri birçok aileyi yasa boğdu, hayat boyu sürecek ve onarılması imkansız travmaların doğmasına neden oldu. On binlerce insan hala konteynır kentlerde, emniyetsiz binalarda, karavanlarda, çadırlarda veya iptidai konaklarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Altyapı sorunları, ilgisizlik, plansızlık ve liyakatsizlik nedeniyle, insan onuruyla bağdaşmayan bir yaşama mecbur bırakılıyorlar. On binlercesi memleketine döneceği günü hasretle bekleyerek farklı şehirlerde yaşam mücadelesi veriyor. Başlarına yıkılan evler, enkaz altında kalan insanlar, hala giderilemeyen yaşamsal sorunlar… Birçok problem hala ve aynı şekilde devam ediyor çünkü biz öğrenmiyoruz.
Bir binanın ruhsatında birçok kişinin imzası bulunur. Mimar, inşaat mühendisi, elektrik mühendisi, makine mühendisi, harita mühendisi gibi… Ayrıca bunları denetlemekten sorumlu olan yapı denetim firması ve ilgili idare (belediye, valilik veya çevre ve şehircilik bakanlığı) yetkilileri… İdare yetkilileri ise belediye veya valiliğin imar işleri personeli ile ilgili idarelerin amirleridir. Yani belediye başkanı, vali veya çevre ve şehircilik bakanı...
Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde olsaydık, bunca binanın yıkıldığı ve idarelerin görevlerini yerine getirmediğinin bu derece bariz olduğu bir olay sonrasında, depremden zarar gören tüm il ve ilçelerin belediye başkanları, valileri, şehircilik bakanı, imar müdürleri, yapı denetim firmaları, şantiye şefleri, beton santralleri, demir üretim tesisleri vb. aklınıza gelebilecek her ne varsa soruşturulurdu. Kurum amirlerinin yani belediye başkanı, vali ve şehircilik bakanlarının istifası istenir, siyaset sahnesinden silinip giderlerdi. Bu olay bir milat kabul edilir, tüm hatalar saptanır, sorumlular cezalandırılır ve mevzuattan uygulamaya kadar tüm sistem bir daha böyle bir olayın yaşanmayacağı şekilde kurgulanmaya çalışılırdı. Peki bizde ne oldu?
Yıkımın nedenlerine dair köklü ve bilimsel çalışmalar yapılmadı.
Tüm sorumlular gerektiği şekilde tespit edilerek cezalandırılmadı.
İnşaat sektörüne dair esaslı bir değişiklik veya düzenleme gerçekleşmedi.
Konuya dair kapsamlı bir kanun düzenlemesi veya uygulama yönetmeliği hazırlanmadı.
Kimse istifa etmedi, hatta bazıları terfi etti…
Örneğin Hatay, bu felaketin vurduğu illerden biri olarak çok büyük bir yıkım yaşadı. 2009 senesinden beri şehrin belediye başkanı olan ve yıkılan binaların birçoğu kendi döneminde ruhsatlanarak inşa edilmiş olan Lütfü Savaş, yıkılan binaların müteahhitlerini savunan söylemlerde bulunduğu için ulusal çapta tepki çekmişti. İstifa etmedi, ceza almadı hatta 2024 seçimleri için yeniden CHP Hatay belediye başkan adayı oldu.
Örneğin 2018 senesinden beri çevre ve şehircilik bakanı olan Murat Kurum, istifa etmedi, ceza almadı hatta 2024 seçimleri için yeniden AKP İstanbul belediye başkan adayı oldu.
Deprem sonrasında yaşanan bu trajikomik olaylar, siyasetin etik boyutunu sorgulamamıza neden olmalı. Kamu görevlilerinin sorumluluk alması ve toplumun çıkarlarını ön planda tutması, demokratik bir toplumun sağlıklı işleyişini sağlamak için temel bir gereklilik. Soruşturmazsak, öğrenmezsek ve çözümler üretmezsek, Einstein’in “aynı şeyi yaparak farklı sonuçlar beklemek ahmaklıktır” sözünü defalarca art arda haklı çıkarır ve daha çok ağlarız.
Sorulması gereken ilk ve en acil soru belki de; “depremden sonra İstanbul’da ne değişti ve değişmeliydi” olmalıydı ancak görünen o ki hiçbir şey değişmedi ve değişmeye niyeti yok. Yazık…