Öğrenciliğimde, Şehzadebaşı’nda 6 Mart Şehitleri Caddesi’nin bir tarafında Site, karşısında Sivas Talebe yurdu vardı. Niçin 16 Mart Şehitleri Caddesi denmişti?
Şehzadebaşı, telgrafhane, İngiliz askerlerinin baskını, askerlerimizin şehit edilmeleri, dakika dakika; İstanbul’un işgal edilişi, Manastırlı Hamdi’nin maniplatör aracıyla “tik tik tik tik taki tik tuk tuk” Yüce Önderimiz Mustafa Kemal’e gelişmeleri aktarması gibi enstantaneler gözümde canlanıyor.
Martın 16. Günü İstanbul’dan Ankara’daki Mustafa Kemal’e şu telgraf gelmişti:
“İstanbul, 16.3.1920 Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize arz olunur.
Manastırlı Hamdi
“Manastırlı Hamdi Efendi birbiri ardına bilgi gönderiyordu. Harbiye ve Beyoğlu’ da işgal edilmişti.
Harbiye telgrafhanesinden memur Ali beyden telgraf geldi:
“Sabahleyin İngilizler basarak altı kişiyi şehit ettiler. On beş kadar da yaralı var. Şimdi İngiliz askerleri dolaşıyor. Şimdi, işte, İngiliz askerleri Nezaret’e giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır…”
Bütün bu bilgiler manipülatörle “tik tak tak tak tik “ mors alfabesi ile aktarılıyordu. Mustafa Kemal, o anı şöyle anlatmıştı:
“Manastırlı Hamdi Efendi, bizi yeniden buldu: ‘Paşa Hazretleri, Harbiye telgrafhanesini de İngiliz askerleri, işgal edip teli kestikleri gibi bir yandan Tophane’yi işgal ediyorlar, bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit 15 yaralımız var. Paşa Hazretleri, yüksek emirlerinizi bekliyorum. 16 Mart 1920 Hamdi”
Hamdi Efendi devam ediyordu:
«Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım, efendim.»
Mustafa Kemal, son durumu şöyle yazmıştı:
“Efendiler, bundan sonra artık Hamdi Efendi’nin sözünü işitemedik. İstanbul merkezinin de işgal edilmiş olduğuna hükmettik…”
Manipülatör, Mors alfabesi diye sözünü ettiğim telgraf işaretlerini göndermek için bir devredeki akımı kesmekte veya yeniden vermekte kullanılan araca deniliyor. Yazımda söz ettiğim tik tak sesleri bu aletin çıkardığı sesti. Hassas kulaklar bunu harflere kelimelere dökebildiği gibi bir şerit üzerinde çizgi, nokta olarak da gösterilebilirdi.
Şimdiki iletişim, haberleşme araçları yokken telgraflar ve yollar boyunca telgraf direkleri ve bir birine bağlayan telleri vardı. Onları demiryolu boyunca görürdünüz:
Turgut Uyar, şiirinde anlatıyor:
“…..Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.”
Ne güzel İstanbul türküsüdür. Yunanistan’da Rumcası da söylenir:
“ Telgrafın tellerine kuşlar mı konar
Herkes sevdiğine yavrum böyle mi yanar
Gel yanıma yanıma da yanı yanı başıma
Şu gençlikten neler geldi cahil başıma
……”
Elazığ’da kalp krizinden ölen memur için yakılan bir ağıt var ki, içli mi içli:
“Hüseynik’ten çıktım seher yoluna / Can agrısı tesir etti koluma…” diye başlar.
“Lütfü gelsin telgrafın başına
Bir tel vursun Musul’da gardaşıma ” diye devam eder.
Günümüzde kalmayan telgraf direkleri, şairlere ilham kaynağı olmuştu. M. Niyazi Akıncıoğlu’nun ‘Selam’ şiirini severim: ‘’ Selamın geçiyor besbelli / yeşerdi telgraf direkleri; …” diyor.
Metin Altıok’u da Telgraf direkleri çok etkilemişti. Onun gölgelerini, tellerine konan kuşların uzaktan apoletlere benzemesini şiirleştirmişti:
“…..
Kuşlar konar omuzlarına
Süslemek için gömleğini.
Kuşlar ki bozkırın apoletleri.
Ah o telgraf direkleri, Telgraf direkleri.
…..”