Türk Mitolojisi Ve Efsaneler

Abone Ol


Mitlerle gerçek tarihin ve dinlerin ilgisi yoktur. Halk hikâyeleri veya masalları da değildir. İnsanlar gördüklerini, duyduklarını anlatırken kendilerinden de pek çok şey eklediklerinden orijinal ve güvenli sayılmazlar. Herodot, mitosa tarihi değeri olmayan güvenilmez söylenti, demektedir. Platon'da gerçekle ilişkisiz, uydurma boş ve gülünç bir masal diye tanımlamış. Gerçek olan; folklora vücut veren unsurlardan biri olduğudur. Folklor edebiyatımız içindeki karşılığına, efsanevi özellikler taşımasına rağmen destanlar olduğunu söyleyebiliriz.   En köklü mitolojinin Türk mitolojisi olduğunu öne sürebiliriz.

Türk efsaneleri niçin mitolojik özellikler barındırır?

Pertev Naili Boratav, "Efsanenin başlıca niteliği, inanış konusu olmasıdır. Onun anlattığı şeyler doğru, gerçekten olmuş diye kabul edilir. (...) Efsane, kendisine özgü bir üslûbu, kalıplaşmış kuralları, biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile bildirilen, bir anlatım türüdür," yolunda tanımlar. Efsâne, anonim halk edebiyatımızı oluşturan kültür varlıklarımızdandır.

İslâm öncesi dönemlerin inançlarının izleri efsanelerde yaşamaktadır. Ak-kara çatışması, kötü ruhlar, mitolojik hayvanlar, sihir ve büyü, yağmur duası, ağaç, ateş, su, taş-kaya, toprak, dağ-tepe, kesik baş kültü, at, av, geyik, ışık, kartal, kurt, mağara motifleri ile destan motifleri (savaş, kızların bahadır olması), şekil değiştirme ve benzeri bir çok efsane motifi, İslâm öncesi dönemlerden beri yaşaya gelmiştir.

Efsanelerin, öğretme ve ibret verme gibi toplumsal işlevi vardır. Halk, kimi zaman çaresizliğini, kimi zaman umudunu, kimi zaman dünya görüşünü, özlemini, ruh gücü gereksinimini, bu efsanelerle örtüştürmüştür.

Zaman ve yer açısından da efsânelerle masal arasında fark vardır. Efsâne bir zamana, zemine ve kişiye bağlıdır; masaldaysa, zamanın sınırı yoktur. "Evvel zaman içinde..." diye başlanan bir zamanda geçer.

Eflatun Cem Güney, efsanelerle ilgili olarak şunları yazmaktadır:

"Efsanelerimize gelince: Bunların bir gerçeği vardır geçmişte... Ancak halkın kendi hayâlinden kattığı şeylerle bu gerçek yönleri unutulmuş, ya da değişikliğe uğramıştır. Cennet Bursa efsanesi, Şehitler Kayası efsanesi gibi... Elbette Bursa'nın bir kuruluş tarihi ve o kayanın bir yıkılış nedeni vardır. Fakat, halk kendi hayâl gücüyle öylesine efsaneleştirmiştir ki bunları, tarihi gerçeklerini hiç de aratmıyor bize. Efsanelerine bakarak o ala gözlüler memleketinin insanoğlunun yeşile hayranlığından doğduğuna, dağın taşın da dile gelip çobana şâhitlik ettiğine inanır gibi oluyoruz."

Bütün toplumlarda, ilkel efsaneler tanrıların, evrenin, insanların yaradılış ve ortaya çıkışlarının yanı sıra, ilk günahı, ölümün kökenini, tufanı, tanrıların insanları nasıl cezalandırdıklarını, avcılığın ve hayvancılığın başlangıcını, yeryüzünün ilk çiftini, ilk ailesini, âdet, kurum, törenlerin, teknik bilgilerin kökenlerini konu edinmektedirler. Bu yönleriyle efsaneler mitolojinin kapsamındadır.

Ancak, mitosların taşıdıkları sezgi gücü, insanın doğasında var olan zaaf ve tutkuları ortaya koymuştur. Çağlar üstü bir anlatıma ve çok yönlü kullanışa imkân vermiştir. Bunun sonucu olarak mitoslar, günümüze kadar sanatın yararlandığı bir ilham ve kültür kaynağı olmuştur. Bu yönüyle mitolojinin muhatabının Türk Destanları olması daha mantıklıdır.

En kısa tanımıyla destanlar, ulusların inanç, erdem, yiğitlik gibi niteliklerini, bu niteliklere ulaşma yolundaki serüvenlerini anlatan şiirleşmiş öyküleridir.

Destanlar yazının bulunmasından önceki dönemlerde olağanüstü olayları, doğaüstü kahramanları ve kahramanlıkları anlatan uzun şiirlerdir. İslâmlık öncesi Türk edebiyatında destanları, tarih öncesi, tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan halk koşuğu olarak tanımlayabiliriz. Koşma biçiminde, on birlik hece ölçüsüyle söylenmişlerdir. Destanlara ilişkin ayrıntıları vermeye yarın devam edeceğim.