Türkçülük Günü

3 Mayıs Türkçülük Günü… 3 Mayıs 1944’ten bu yana 79 yıl geçti. 79 yıl sonra çok daha ileri noktaya gelinmesi gerekirken maalesef bugün Türk milliyetçileri param parça oldu.

Abone Ol

Yaklaşık 40 yıl tek çatı altında mücadele eden Türk milliyetçileri, bugün neredeyse düşman kamplara bölündü.

Bugüne kadar Türk milliyetçiliği iddiası üzerine kurulan parti sayısı bilinmiyor.

Şu veya bu şekilde adını duyurabilen, kişisel egolarına kapılıp parti kurdu, kuruyor.

Birçoğu seçim bile göremeden tarihe karıştı; bir kısmı tabela partisi olarak halen varlığını sürdürüyor.

Bir kısmı ne yazık ki, farklı siyasi partilerin payandası olmuş, neredeyse varlık sebebini unutmuş…

10 gün sonra seçim var; Türk milliyetçisi olduğunu söyleyen 5-6 parti seçime katılacak, milliyetçilerden oy isteyecek.

Sorsan hepsi milliyetçi, kendi partisinde olmayanları ise düşman gibi görüyor.

Birlik içinde hareket etmek şöyle dursun, karşılıklı kin güdülüyor, öfke kusuluyor.

Sadece partiler arasında bu husumet yok…

Bir kısmı kendini partiler üstü olarak gösteriyor, kendilerine göre bir yol çizmişler ancak liderlik ve kendilerini öne çıkarma sevdasından bir türlü vazgeçemiyorlar.

Partilerde kendilerine yer bulamayanlar, şu veya bu oluşum adıyla olmadık yalan ve iftiralarla Türk milliyetçilerine ateş püskürüyorlar.

Dernek ve vakıf gibi sivil toplum örgütleri bile birleşip ortak hareket edemiyor. Çoğunluğu farklı bir siyasi parti veya kişilerin peşine takıldığı için özgür karar veremiyor ve birlik içinde faaliyet gösteremiyorlar.

Bugün geldiğimiz nokta bize gösterdi ki, Türk milliyetçiliği herhangi bir kişi veya partinin tekelinde olmamalı, kesinlikle partiler ve kişiler üstü şekilde konumlanmalıdır.

Parti ile anıldığında, herhangi bir partili hata yaptığında Türk milliyetçilerine mal ediliyor.

Daha da önemlisi parti disiplini hakim olduğu zaman Türk milliyetçileri özgürce fikirlerini ortaya koyamıyor, yeni fikirlerin çıkması engelleniyor.

Ne yazık ki, bu sebeple yeni fikir ortaya koyan Türk milliyetçisi sayısı her geçen gün azalıyor. Türk milliyetçileri yeteri kadar yeni fikir ortaya koyamadığı için Türk düşmanları ortalıkta cirit atıyor.

En hazin tarafı da ülkemizde her türlü milliyetçilik el üstünde tutularken, Türk milliyetçileri hâlâ daha üvey evlat muamelesi görüyor.

Bizim Nihal Atsız gibi fikir üreten ve en önemlisi de asla eğilmeyen Türk milliyetçilerine çok ihtiyacımız var…

*****

Dönüş

Dört yıllık savaş bitiyor… Cephedeki asker köye dönecek; ihtiyar babasıyla küçük kızını görecek… O, bu dört yılda anasının ihtiyarlıktan, karısının da yoksulluktan öldüğünü biliyor. Büyük kardeşinin Hicaz’da, küçüğünün Galiçya’da düştüğünden de haberi var… Fakat köye dönecek ve artık kendi derdine kana kana ağlayabilecek…

Köyde bir haber çalkanıyor… Askerler dönüyormuş. Köylüler oğullarını karşılamak için yola düşüyorlar. Hava dondurucudur ve kar diz boyu. Fakat hasret yanıkları buna aldırmıyor…

Ve… İhtiyar baba da torununun elinden, tutunca yola çıkıyor. İçlerinde acı bir sevinç var, seviniyorlar: çünkü bekledikleri geliyor… Fakat gamlıdırlar; çünkü gelmeyenler de var ve onlar artık hiç dönmeyecek. İçlerinde sevinç ve keder… Üstlerinde soğuk ve fırtına…

Kafile kasabaya varıyor… Cepheden dönenler orada son muamelelerinin yapılmasını bekliyor… Son muamele yapılıyor ve askerler kendilerini bekleyenlerin kucağına atılıyorlar… Atılacak kucak bulamayanlar da var…

İhtiyar baba etrafına bakıyor. Kendisininki yok… Şaşırıyor ve bekliyor. Kafile cepheden arta kalanları almış köye dönüyor ve fırtına hiddetleniyor…

İhtiyar baba bakıyor; karşıda, karşılamaya geleni olmayan boynu bükük bir nefer… Bakışıyorlar ve anlaşıyorlar. Dertli gönüller çabuk anlaşır. Baba soruyor: “Evlât! Benim oğlum acaba neye gelmiyor?” Beriki acı acı gülümsüyor: “Orda kalmıştır baba!” “Orası neresi oğul?” Asker soluyor ve mırıldanıyor: “Er meydanı!”

İhtiyarın yüzünde ne bir çizgi, gözlerinde ne bir gayz, yalnız iki damla gözyaşı… Ve torununun elinden tutuyor; “Haydi kızım gidelim” diyor: Sonra askere soruyor; “Sen gelmeyecek misin?” O yine gülüyor; “Nereye gelecekmişim? Bekleyenim yok ki…”

İhtiyar baba ve küçük kız torun el ele tutuşuyorlar ve fırtına azıyor…

Ebedî bir beyazlık ve uğuldayan fırtına… İhtiyar baba ve küçük kız gidiyorlar. Yollar uzuyor, çünkü yollar kahpedir. Yollar elemle uzar ve sevinçle kısalır… Soğuk… Fırtına… Ümitsizlik ve uzayan yollar… İhtiyar, küçük kızın elini daha sıkı tutuyor, “Haydi kızım, gece basmadan köye varalım” diyor ve fırtına kuduruyor…

Nihayet, işte ümit: ihtiyar baba ve küçük kız köyün ilerisindeki ulu çınarı görüyorlar. İhtiyarın durgun kalbi sevinçle çarpıyor. Bir müddet ikisi de onun asırlara göğüs germiş kalın gövdesinin arasına saklanıyorlar. Soluk alıp dinleniyorlar. Sonra, artık en son kuvvet, en son gayretle yola koyuluyorlar. Fırtına çileden çıkıyor. Asırlara göğüs germiş olan ulu çınarın dalları bile korkunç gürültülerle çatırdıyor. Ve karlar…

Asker ertesi güne, ikinci postaya kalmıştır. İki arkadaşıyla beraber kasabada onun da son muamelesi yapılıyor… Ve onlar da yola koyuluyor… Dünkü fırtına yok… Güneş karları eritiyor… Ve üç arkadaşın biri, kolu sargılı bir nefer, hafif bir sesle şu dağlarla ovaların macerasını anlatan bir türkü söylüyor. Yollar uzuyor. Çünkü yollar kahpedir. Yollar elemle uzar ve sevinçle kısalır…

Pek az konuşuyorlar. Köye yaklaştıkça bu sessizlik bir mezar sessizliğini andırıyor. Yorgunluk yakalarına yapışıyor. Kolu sargılı olan ötekilerden ileri gidiyor. Birdenbire üçü de duruyorlar ve acıyarak ileriye bakıyorlar; ulu çınar devrilmiş. Demek artık yazın köye dönerken sıcaktan bunalanlar bir gölgelik bulamayacak. Kolu sargılı nefer seğirtiyor. Ulu çınardan bir dal koparıyor. Bu dalla karları eşmeğe başlıyor. Ötekilerini de çağırıyor. İlk olarak gelen bakıyor ve yazık diye söyleniyor. En son gelen asker diz çöküyor ve arkadaşının eştiği yerde babasıyla kızının cesetlerini tanıyor…

(Hüseyin Nihal Atsız)

*****

TEBESSÜM

Er kişi

Osman Ağa Camiinde Nihal Atsız’ın cenaze namazında imam; “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca Fethi Gemuhluoğlu yüksek sesle şöyle der: “Hocam, bu musalla taşı, Nihal Atsız kadar gerçek bir er kişiyi görmemiştir.”

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Ülküsüz millet, şuursuz insan gibidir.

Hüseyin Nihal Atsız