Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün 2022 yıllık faaliyet raporunda yer alan verilere göre Türkiye'nin 112 milyar metreküplük su potansiyelinin 94 milyar metreküpünü yer üstü, 18 milyar metreküpünü ise yer altı su potansiyeli oluşturuyor.
Toplam su potansiyelinin 57 milyar metreküpü kullanılırken bunun 44 milyar metreküpü yani yüzde 77'si sulama suyu, 13 milyar metreküpe tekabül eden yüzde 23'ü ise içme-kullanma ve sanayi suyu olarak kullanılıyor.
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü ve ODTÜ İklim Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, iklim krizinin dünyanın karşısındaki en önemli krizi olduğunu, su kaynaklarındaki azalma ve biyoçeşitlilik kaybının şu anda yönetilmesi gereken en önemli güçlükler arasında yer aldığını söyledi.
Türkiye'nin artan kuraklıklardan en fazla etkilenecek coğrafyaların başında geldiği uyarısında bulunan Salihoğlu, daha sonra şunları söyledi.
"Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışlarının 1,5-2 derece sınırlarında tutulması hedefleniyor. Yaptığımız araştırmalar 2 derecelik artış içinde kalmanın çok kolay olmayacağını gösteriyor. Bu gidişle yüzyılın sonuna kadar 2 derecenin üzerine çıkacağız, hatta mevcut gidişat bu şekilde sürerse ve kaynakları böyle kullanmaya devam edersek 4 dereceyi göreceğimizi tahmin ediyorum.
Sıcaklıkların 2 derece artması halinde Türkiye'de kuraklığın en az yüzde 40 kadar artacak. yağışlarda da yaklaşık yüzde 40 azalma olacağını düşünüyoruz. 4 derecelik artışı halinde ise yağışlarda yüzde 60'a varan azalmalar öngörmekteyiz. Ülkemiz büyük risk altında, zaten şiddetli kuraklıkları yaşıyoruz, bunun artması ciddi alarm zillerinin çalması demek. Su kaynakları olan bir ülkeyiz ama esasında su zengini değildik, su her zaman için bizim ülkemizde kısıtlıydı ama su zengini bir ülke gibi yönettik kaynakları. Su kaynaklarımızın, sulak alanlarımızın yüzde 40'ına yakınını kaybettiğimiz söyleniyor ama gerçek rakamın bunun ötesinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir gölü ya da akarsuyu tam kurumadıysa hala varmış gibi kabul ediyoruz ama bunlar büyük oranda su kaynağını kaybetmişse artık ekosisteminin ciddi bölümünü kaybetmiştir."
Su kaynakları üzerindeki tek baskının suyun çekilmesi, nehirlerin, göllerin kuruması olmadığına dikkati çeken Salihoğlu, kirlilik baskısının da unutulmaması gerektiğinin altını çizdi.
Salihoğlu, "Su kaynaklarını kirlettiğiniz zaman bu yeraltı ve içme suyuna da yansıyor. Nehirleri tarım da endüstri de kirletiyor, şehirlerin baskısı var, çoğu nehrimiz çok kirli. Nehirlerin bu kadar kirletilmesi ekosistemlerinde ciddi bir yıpranma olduğu anlamına geliyor. Su kaynaklarını kirletmeye devam edersek bir noktadan sonra temiz suya erişim kalmayacak." değerlendirmesinde bulundu.
Hâlihazırda Türkiye'nin yeraltı sularının da çok ciddi baskı altında bulunduğunu ve dünyada yeraltı suları yüksek stres altına girecek ülkelerden birinin Türkiye olduğunu işaret eden Salihoğlu, "Yeraltı suları üzerindeki en büyük baskı iklim değişikliğinin ötesinde, sulama için plansız şekilde kullanılmasıdır. Yapılan araştırmalar yeraltı sularında 40 metreye kadar çekilme olduğunu gösteriyor." ifadelerini kullandı.
Salihoğlu, alınacak tedbirlerle ilgili şu tavsiyelerde bulundu:
"Kesinlikle ekosisteme dayalı politikalar geliştirilmek, işe tarım ve su politikalarını birlikte ele alarak başlamak gerekiyor. Nehir havzası ölçeğinde kuraklık eylem planları oluşturmamız, tarımsal ürün deseninin çeşitlendirmemiz ve teknolojik gelişmelerden muhakkak yararlanmamız çok önemli. Su harcamada biraz rahatız, bu bir gerçek, suyun bizim kullanımımıza sunulduğunu düşünme yaklaşımı da çok yanlış. Doğanın, denizlerin bu temiz bu suya ihtiyacı var."
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Doktor Öğretim Üyesi Korhan Özkan, Türkiye'nin Akdeniz ikliminde yer aldığı için sulak alanlarının kuraklık baskısı altında olduğunu, bu baskının insan ve iklim değişikliği etkisiyle artmasını öngördüklerini bildirdi.
Su potansiyelinde önemli bir yer tutan göl ekosistemlerinin kompleks yapılar olduğuna değinen Özkan, şunları söyledi:
"Gölün sığ bölgeleri çok önemlidir çünkü birçok canlı bu alanlarda ürer ve yaşarlar. Göl su seviyesini kaybetmeye başladığında önce sığ basenini kaybediyor ve sadece derin bir su çukuru haline geliyor, bunun doğal ekosistemdeki etkisi yıkıcı çünkü o sığ basendeki canlılar bir anda yaşam alanlarının tamamını kaybediyor. Yapılan tahminler, endüstri çağından bugüne kadar Türkiye'nin göllerinin yüzde 40'ından fazlasını kaybettiğini gösteriyor ama doğal ekosistemler ve biyoçeşitlilik için bu kayıp yüzde 40'tan daha fazlasına tekabül ediyor. Örneğin, Konya kapalı havzasında su kuşlarına baktığımızda yüzde 50-60'dan fazla popülasyon ve biyoçeşitlilik kaybı olduğunu söylemek mümkün."