Yağmur altında çağrışımlar

Bazen, karanlıkta kalmış, varlığı dahi unutulmuş binlerce küçük kapı açılır, binlerce farklı kuş aynı anda kanat çırparak çıkar, göğe doğru yükselir.

Abone Ol

Onca kuşu, kapılar ardından sen kurtarmışsın gibi coşkun bir duygu yakalarsın. Heyecan ve haz duyarsın. Duygularımızın pek çoğu da kapalı kapılar ardında, çoğunun farkında bile değiliz. Bazen bir şey gelir bir kapıyı, bazen bir şey gelir binlerce kapıyı açar. Bazen yaşadığınız bir durum, bazen bir film yapar bunu, bazen bir çağrışımın sizi uçurduğu bir geçmiş zaman ânı.

Cumartesi sabahı yağmurlu ve soğuktu hava. Herkes uyurken sıkıca giyinip, sessizce çıktım evden, sahile indim. Yolun bir noktasına kadar yüzüm hiç gülmedi. Herkesler uyurken fabrikadaki vardiyasına giden yorgun bir işçinin ruh haliyle çıkmıştım evden. Bir kuruyemişçi dükkânının önünden geçerken içerde tezgâhın üstünde çok güzel bir kedi gördüm. Birkaç adım atmıştım ki geri döndüm kuruyemişçi dükkânına girdim. Kediyi sevdim, boş çıkmayalım, az çiğ badem alıp dışarı çıktım.

Karşı kaldırımda bir gözlemeci vardı. Hani şu gözleme yapan kadınları vitrine oturtuyorlar ya öylesinden. Hazırladığı bezeleri açmaya hazırlanan sevimli kadına kendimi fark ettirdim, selam verdim, kolaylıklar diledim. O da gülümsedi, selamımı aldı. Yavaştan nemrut ifademden sıyrılıyordum, keyfim yerine gelmeye başlamıştı. Yürüdüm. Yürüdüğüm yollar metrelerle ölçülebilirdi ama zihnim bir çağrışımla uzak geçmişte bir yerlere ışınlanmıştı, öyle kilometreler miller filan ölçemezdi. Annemin elleriyle gözlemeler açtığı bir Pazar sabahına gittim. Tüplü sacın üstünde pişirirdi gözlemeleri. Mis gibi kokardı. Gözlemeden bir parça koparırken yağlı köy peyniri uzar giderdi. Çiğ börek tarzında kıymalısı, babamın arzusu üzerine yapılan soğanlı, süzme yoğurtlusu, çeşit çeşit gözlemeler. Sonra mantılar açtığı, erişteler kestiği başka anlara gittim. Erişteyi keserken bıçağın çıkardığı sesi duydum, anneme; “elini kesmeden nasıl böyle hızlı hızlı kesebiliyorsun” diye soruşumu ve mis gibi tereyağlı eriştenin kokusunu duydum. Yaşasaydı “Ellerine sağlık canımın içi, hayatımın en güzel, en unutulmaz tadı sensin,” demek isterdim. Ah, demiştim yine, üst geçitten karşıya sahil tarafına geçerken. Kapalı küçük kapılar ardında bekleşip duran binlerce anı. Çağrışımlar kapalı kapıları açan şifreler gibi. Her kapının şifresi farklı, bir an geliyor, bir ses, bir görüntü, bir koku bir kapının doğru şifresi olup o kapıyı açıveriyor.

Bu duygularla belediyenin kafeteryasına girdim bir sade kahve aldım, denize karşı oturdum. Bir gözüm denizde bir gözüm kafeteryanın kapısını bekleyen üç kedide. “Kapı açılsa da içeri girsek, içerisi sıcacıktır şimdi hem kahvaltısını bizimle paylaşmak isteyenler de olabilir.” der gibi bekliyorlardı. Derken bir adam geldi, kapıyı açtı içeri girdi. Adamın arkasından kedilerden biri hızlıca içeri girdi. İkinci kedi yavaş hareket etti, tam girmişti ki kapı kapandı, kuyruğu kapıya sıkıştı. Ah! Koştum hemen açtım kapıyı. Canı yanmıştı. İçerdeydi artık ama epey kapıya baktı, ‘sen bana ne yaptın’ der gibi.

Kahve bitti, kalktım. Kulaklığımı taktım, telefonumdan müzik listeme rastgele bir yerinden dokundum, yürümeye başladım. Dinlerken bazı parçaları listeden çıkardım. Bazılarını ise tekrar tekrar dinledim. Hava ne soğuktu öyle, yağmur rüzgârın etkisiyle savrularak yağıyordu. Çok iyi gelmişti, soğuk ve temiz hava insanı kendine getiriyor kesin, tabi kahvenin etkisini de yabana atmamak lazım. Kimsecikler yoktu. İnsanlardan uzak olmak ayrı bir özgürlük hissi veriyor. İnsan istedi mi kendi kendine de konuşabiliyor rahatlıkla. Nasılsa “deli mi ne” diyecek kimsecikler yok etrafta. Sonra ilerde öylece dikilen iki genç sevgili gördüm. Yüz yüze durmuşlar, soğuk, yağmur umurlarında değil, “yalnız sen ve ben” dercesine birbirlerine bakıyorlardı. Denize bakarak geçtim yanlarından, rahatsız olmasınlar. Hoş kimseyi görecek gözleri de yoktu ya, olsun. Epey ilerledikten sonra arkamı dönüp baktım. Sadece sırt çantalı delikanlıyı arkasından gördüm. Öyle yüz yüze idiler ki kız hiç görünmüyordu. Aşkın heykeli gibi, zamanı, her şeyi dondurmuşlar yağmurun altında öylece dikilmeye devam ediyorlardı. Yıllar sonra hâlâ bir arada olurlar mıydı bilinmez ama hayat onları bambaşka yerlere savursa da, aradan yıllar geçmiş olsa da yağmurlu ve soğuk bir deniz kenarı her ikisine de bugünü çağrıştırırdı belki, kim bilir? 

Müziğimi dinlemeye, yürümeye devam ettim. Sahile yığılmış dev kayalar her zaman olduğu gibi yine aynı şeyi hatırlattı. Yıllar önce bu kayaların arasına düşürdüğüm ve alamadığım bir küpe tekini. Dalları rüzgârda delice savrulan bir salkım söğüdün altında durdum. Bir şarkı başladı, yine çok uzak geçmişte başka, hüzünlü bir zamana götürdü. O anda gözümün önünden minik bir kuş sürüsü geçti. Bu da hayatın başımızı sıvazlama şekli olsa gerek diye düşündüm.

Derken bir parça daha çalmaya başladı, Carlos Gardel’den “Por Una Cabeza” Birden Al Pacino’nun “Kadın Kokusu” filmine gittim, o muhteşem dans sahnesi geldi gözümün önüne, çağrışım işte. Al Pacino’yla başrolü paylaşan genç oyuncu Chris O’donnel’a bu filmde Al Pacino ile başrolü paylaşması teklif edildiğinde sevinçten havalara uçmuş. Delice hayran olduğu Al Pacino ile oynayacak, haftalarca aynı sette bir arada olacak. Müthiş bir şeymiş bu onun için. Çekimler başlamış ve bir süre sonra Chris O’donnel’ın morali bozulmaya başlamış. Her gün sette bir araya geldiği Al Pacino hayal ettiği gibi değilmiş. Sabah sete geldiğinde bir selam bile vermiyor, hiç yüzüne bakmıyormuş. Chris bu duruma içten içe çok içerliyormuş. 10. Haftanın sonunda kendisinde hayal kırıklığına neden olan bu durumu yapımcıyla paylaşmış. Yapımcı da konuyu Al Pacino’ya anlatmış. Al Pacino, Chris’i evine çağırmış. Chris çok lüks bir malikâneye gideceğini sanırken Los Angeles’da 90 metrekare bir daireye gitmiş. “Evet” demiş, “sorun nedir?” “Bir selam bile vermiyorsun.” “Başkalarına veriyor muyum?” “Hayır.” “Başkalarına bakıyor muyum?” “Hayır.” “Beni izledin mi, sette nasıl hareket ediyorum. Tuvalete giderken bile duvarlara tutunarak, ben körüm” demiş. Gerçekten de aylar öncesinden gözlerini bağlayarak rolüne hazırlanmış Al Pacino. Sette, çekimlerin haricinde de bir kör gibi yaşamaya devam ediyormuş.

Bakın, bir şarkıdan bir filmin hikâyesine ulaştım bir anda. Sevdiğim filmleri ve dizileri fırsat bulduğumda tekrar seyretmeyi seviyorum. Mesela Berkun Oya’nın “Bir Başkadır” dizisini kaç kez seyretmişimdir bilmiyorum. “Sen bunu izlemiştin, yine mi izliyorsun?” diyorlar. “Evet” diyorum, şöyle manidar bir bakış atıp gidiyorlar. Anlamıyorlar, olsun. Ben o film ya da dizi neyse onu seyrederken yakaladığım duygu için, onu tekrar izliyorum, ben o duygunun peşindeyim. Karanlıktaki küçük kapılar tekrar açılsın, kuşlar yeniden kanat çırparak uçsun diye.