Yeni Yıl, Genç, Tüvana
Şimdi kullandığımız Milâdi takvim, 1926 yılında kabul edildi. 1935'de bir kanunla 31 Aralık öğleden sonrası ile 1 Ocak günleri yılbaşı tatili yapıldı. Ama toplum hayatımızda yılbaşı gelenek ve göreneklerinin kök salmaya başlaması daha eskilere gidiyor.
Türkler, İslâm'ı benimsedikten sonra, hicrî takvimi kullanmışlardı, yılbaşı 1 Muharrem günüydü. 1. Mahmut döneminde Rumî takvim kabul edilmiş ve yılbaşı 1 Mart olmuştu. 1917 yılından sonra Gregorius takvimi ve yılına geçilmiş yılbaşı 1 Ocak olmuştu. Ancak, azınlıklar tarafından kutlanıyordu.
Anadolu'yu bilmeyenler, yılbaşı törenlerini yalnız azınlıkların bir özel günü olduğunu sanırlar. Hatta Milâdî takvim kabul edilir edilmez, ne çabuk gelenek ve göreneklerimize girdiğine hayret eder, hayıflanırlar.
"Kış Bayramı, Yılbaşı" nerede diye soracaksınız. Önce Halide Nusret Zorlutuna'dan bir şiir okuyarak, umutlarımızı tazeleyelim ve sonra kaldığımız yerden sürdürelim:
"Bütün saatler on ikiyi çaldı / Sancıdan kıvranarak. / Yeni bir yıl doğuyor gecenin korkunç karanlığında / Umutlar boyu ak.
Dünya bembeyaz, / Dünya çiçek çiçek, / Dünya altın sarısı sıcak .../ Ömürler savrulmada yaprak yaprak.
Aydan resimler geliyor, / Zühal'den haber gelecek!...
Ve elleri böğründe bir dünya dolusu insan, / Ay'dan, Zühal'den uzak, / Huzura acıkmış, / Huzura susamış.. Bitkin... / Zavallı insancıklar,/ Aç, susuz, umutsuz!
Bütün saatler on ikiyi çaldı / Sancıdan kıvranarak / Yeni bir yıl doğuyor gecenin korkunç karanlığında / Umutlar boyu ak."
Cumhuriyet Türkiye'sinde modern takvim Anadolu'da da yaygınlaşmaya başlayınca, iki haftalık bir kayma sonucunda, yüzyıllardan beri var olan kış yarısı törenleri, bildiğimiz yılbaşı ile kavuşuvermiş. Bu kutlamalara özgü olan, ev ev çerez, meyve devşirmek, bir evde toplanıp çalıp, çığırıp, oynayıp eğlenmek, seyirlik oyunlar çıkarmak gelenek ve göreneklerimiz, yılbaşı adına kayda geçirilmiş. Geceden evin ocağının süpürülüp temizlenmesi, sabah ocakta ekin tanesi bulunursa o yılın bereketli, böcek bulunursa kıtlık olacağına, yılbaşı günleri bir ak koç bezenirse, onun bereket getireceğine, doğacak çocuğun erkek olacağına inanılmış. Yılbaşı sabahı eve ilk gelen komşunun sembolik olarak kuluçkaya yatırılması, ayağı uğurlu gelsin diye tatlılar ikram edilmesi bu günlerden kalma geleneklerdi.
Bunların pek çoğu, televizyon bizleri tutsak alıncaya kadar sürüyordu. Sonra ne oldu?
Gençlik yıllarımızda, yeni yıl gecesi saat tam on ikide Zeki Müren'i karşımızda görmeye alışmıştık. Daha sonraki yıllarda, dansöz, yalnız yılbaşı gecesine özel bir armağan oldu. Demek ki, yarı çıplak bir kadın yılda bir kez görülebilirdi. Şimdi ne mi oldu? Orasını karıştırmayalım.
Yılbaşlarında hemen hepimiz olumlu ve olumsuz duygular içinde oluruz. Acısıyla tatlısıyla bir yıl bitmiştir. Rıza Polat Akkoyunlu gibi, "Bak dalında ömrümüz, / Verdi bir yaprak daha! / Sende bahar, bende güz / Gitmedeyiz Allah'a" dememiz mümkün.
Yeni yıl, hem yeni umutların kaynağı, birbirinden güzel dileklerin yatağıdır Ama bir yaştan sonra, ömürden bir yıl daha yitirmenin burukluğu içerisine düşersiniz. Sezai Karakoç gibi eski yılla halleşip, "Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu /Gizli heybelere bin bir gece eşyası doldurduğuma say" diyesiniz gelir.
Günümüzdeki görkemli yılbaşı eğlenceleri, sizi, suçluluk psikozuna ulaştırabilir. Unutmayınız ki, elli yıl öncenin şiirini yazanlar da aynı duygulara düşüyorlardı. İşte Faruk Nafiz Çamlıbel:
"Gece ziyaretinden dönerken yılbaşında,
Rastladım her sokakta, her eşik taşında
Uyuşmuş nice yurtsuz sefiller, derbederler.
Onlar ki gün doğmadan soğukta seyrederler."
Günümüzde değişen nedir? Yine sokak çocukları, yine tinerci olarak dışladığımız yarınlarımız...
Her şeye karşın yeni yıl umut olmalı. Umudu umut etmek, ummak olmalı. Bakınız Enis Behiç Koryürek nasıl haykırıyor:
"Yeni yıl, genç, tüvana / Yeni yıl binmiş ata / Haykırıyor cihana:/ -Kalkın yeni hayata! ...... //Yeni yıl, genç yeni yıl, / Damarlarıma yayıl, / Sil gönlümün pasını!..."
Sizler de öyle olsun istemiz misiniz?