Gözlerim, bir habere takıldı:
“… Son dönemde nohut Hindistan ve Arjantin'den, kırmızı mercimek ve yeşil mercimek Kanada'dan, pirinç Tayland'dan, mısır konservesi Macaristan'dan, kuru fasulye ise Meksika'dan ithal ediliyor. Bu ürünler dolar bazlı ithal edildiği için, döviz kurunun yükselmesiyle fiyatlar da her geçen gün artıyor. Hal böyle olunca durumdan etkilenen yine vatandaş oluyor .
Ülke bazında ithalat verileri incelendiğinde, 2021 yılında en fazla ithalat yapılan ülkeler Rusya, Ukrayna ve Brezilya oldu. Rusya, Ukrayna ve Brezilya yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 38,6’sını oluşturdu.
Rusya’dan yapılan ithalatta öne çıkan ürünler buğday, ham ayçiçeği yağı ve dane mısır; Ukrayna’dan dane mısır, soya fasulyesi ve buğday; Brezilya’dan yapılan ithalatta soya fasulyesi, kahve ve sığır öne çıktı.
Eskiden okullarımızda aralık ayının ikinci haftası “Türk Malları ve Tutum Haftası” olarak kutlanırdı. Çevreyi yerli malı ve tutum haftasına ilişkin afişler donatırdı. O hafta için öğretmenimizin yönlendirmesi ile annelerimizin verdiği birer avuç, fasulye, nohut, mercimek, bir tutam pamuk, yün, biraz zenginlerimiz meyve ve kuruyemişlerle okula gelir bunları sergiler bayram yapardık.
Ve şimdi bunların hepsini ithal ediyoruz.
Yerli malı ve tutum haftalarının birinde sınıf müsamerede çocuk rolünü üstlenmiştim. Sahneye geliyor:
“Ne yesem ben, hurma mı? / Hindistancevizi mi? / Daha güzelleştirsin / Bunlar benim benzimi.” diyordum. Elma rolümü üstlenen arkadaşım fırlıyor ve bana çıkışıyordu:
“Neler dedin, ne dedin? / Hurma başka yemiştir. / Hindistan cevizi de. / Uzaklardan gelmiştir. / Elma yerli bir yemiş. / Soy soy durma.. ye bol.. bol.../ Şu pembe rengim gibi / Bir elma yanaklı ol!”
Armut, ayva, üzüm, incir, kestane, nar, portakal rollerini oynayan arkadaşlarımız sıra ile geliyor kendilerini ve niteliklerini tanıtıyorlardı. Son giren fındıktı:
“Vatanımdır Giresun. / Uğramalı yolunuz. / Fındık yiyin durmadan, / Fındık gibi olunuz. / Yerli yemiş yiyince, / Vücut sağlamlık bulur. / Köylü zengin oluca, / Millet de zengin olur!”
Son söz yine benimdi:
“Bin yaşasın yemişler, / Güzel Türk yemişleri.../ Yemişlerin içinde / Alın en yüksek yeri.”
Bugün arıyorum çocukluğumu, yarı aç yarı tokluğumu. Kimi az, kimi çok, kimimizde hiç yok; hepimiz bir şeyler getirirdik sınıfımıza. Birleştirir ve şarkılarla, türkülerle yerdik. Tutumdan söz ederdi şiirler: “Tutum haftası, / tutum haftası, / kulağa küpe / tutum haftası..”
Kumbaralarımız için söylenecek şiirlerimiz vardı:
“Ne cici kumbaram var, / Salladıkça şıkırdar / İçinde para dolu, / Kuruşla lira dolu. / Verince bana babam / Harçlığımı harcamam. / Üç beş kuruş yemişe, / Üç beş kuruş bu işe. / Geçince biraz ara, / Para dolar kumbara.”
ve Arkasında mandalinalı, portalaklı, incirli, üzümlü, cevizli, erikli, kaysılı, kirazlı şiirler. Şarkılara gelirdi sıra: “Gel armudu say da ye, / Elmaları soy da ye. / Deme: “Bu al yemiş ne?” / Ona diyorlar vişne.”
Şairlerimiz yerli malları özendiren, tutumlu olmayı öğütleyen şiirler yazmakla yarışırlardı. “Amasya’nın Elmasını / Zile pekmez çalmasını / Sivas’ın da kıymasını ? Yesem amma, yesem amma” deyip yurdun dört bir yanının ürünlerini sayan Aşık Veysel gibi.
Şimdiki çocuklarımız kumbaranın ne olduğunu bilmiyorlar. Gördüklerini de sanmıyorum. Bilmem bu haftalar yine okullarda kutlanıyor mu? Öğretmenler öğrencilerine: “Ak akçe kara gün içindir.”, “ Ayağını yorganına göre uzat.”, “ Damlaya damlaya göl olur.”, “ Har vurup, harman savurma.”, “ İşten artmaz, dişten artar.”, “ Sakla samanı, gelir zamanı.”, “ Emek olmayınca, yemek olmaz.”, “Gençlikte taş taşı, ihtiyarlıkta ye aşı.”, “ Yerli malı Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı “ gibi atasözlerinin açıklanmasına ilişkin kompozisyon ödevleri veriyorlar mı?
Yarınki yazım da “Yaaa, nerden nereye geldik?” diye sorsam mı?