“Yem borusu da ne ki?” zaman zaman hikayesini anlatırım. Bugün de laf olsun torba dolsun diye yem borusunu anlatayım:
Deyimler sözlüğünü açıp baksanız, çok güzel tanımlarına ve öykülerine ulaşabilirsiniz. Ama ben yem borusu ile atacağım tek mermiyle birden çok hedefi vurabilir miyim? Sanmam. O yetenek bende ne gezer? Usta avcılardır ki, görüntünün tam çatağında tetiğe basarak tek kurşunla iki avı birden indirirler. Askeri okulda bir iki atış taliminin dışında parmağım tetiğe değmedi. Değmez inşallah.
Buraya bir virgül koyup yüz yıl öncesinin bir okulunda öğretmenler odasına girelim. Ömer Seyfettin, Ali Canip’e, “İlim başka, irfan başka; âlim başka, ârif başka cancağızım!..” der.
Ali Canip: “Olur mu efendim; ilim başka irfan başka olur mu?!.. Âlim kişi, aynı zamanda ârif kişidir!..” der. Söze diğer öğretmenler de girer. Hepsi Ömer Seyfettin’i haksız bulur.
Ömer Seyfettin, bir gün sonra sabah öğretmenler odasına büyük bir heyecanla dalar: “Arkadaşlar, duydunuz mu; Bulgaristan bize kırk vagon dolusu şeker gönderiyormuş!..” der. Şeker bulmanın güç olduğu o günlerde, bu haber, öğretmenler odasında bir heyecan fırtınası estirir. “Ne zaman geliyormuş, nereye geliyormuş kim getiriyormuş; biz de alabilir miyiz?..”
Öğretmenler şeker muhabbetine dalmışken, Ömer Seyfettin ise, bıyık altından kıs kıs gülmektedir. Biraz sonra öğretmenler odasına, okulun yaşlı müstahdemi Mehmet Efendi girer. Ömer Seyfettin: “Mehmet Efendi, duydun mu?!..” der. Mehmet Efendi: “Hayırdır beyim?!..” der. Ömer Seyfettin: “Bulgaristan bize kırk vagon dolusu şeker gönderiyormuş!..” deyince Mehmet Efendi, elini sallar: “Geç beyim geç! Yem borusudur o. Bulgaristan şekeri bulsa, kendisi yer!..” der.
Beklediği cevabı alan Ömer Seyfettin, yerinden büyük bir heyecanla fırlar. “Gördünüz mü cancağızım!.. Ben size demedim mi, ‘ilim başka, irfan başka; âlim başka, ârif başka’ diye!.. İşte bakın, ben bir uydurma haber verdim, hepiniz balıklama atladınız üzerine… Siz ki hepiniz ilim sahibi, âlim insanlarsınız!.. Ama Mehmet Efendi, irfan sahibi, ârif bir insandır!.. İrfanıyla hemen olayın künhüne vakıf oldu; sizin yuttuğunuz dolmayı yutmadı!..”
Yem borusuna böyle bir giriş yaptıktan sonra, sizler hemen her gün televizyonların fikirleri sabit gediklisi olan görmekten bıktığınız onca bilim adamına demez misiniz “alim olmuşsunuz ama, irfan sahibi arif olsaydınız. Vah ki sizin yetiştirdiğiniz öğrencilere.
Yem borusu deyimine bizi, kolonya ve maske ya da dezenfektan vaadi getirmişti. Ben de sormuştum: “Göreniniz var mı?” diye. Bana bre Ahmet ağabey sen otomobili, uçağı ….. gördün mü? Diye tehlikeli sorularla karşılık verenler oldu.
Yem borusu deyiminin birçok öyküsü var. Aslı Pavlov teorisinin kanıtı. Aynı kapıya çıkıyor. Ben ikisini aktarayım:
“Hanibal’in orduları, atları ile gemidedir. Gemide seyahat uzun sürer ve atların yemi biter. Hayvanlar açlıktan huzursuzlanır. Hanibal yem borusunun çalınmasını emreder. Atlar yem beklentisi ile sakinleşir. Sonra gene huzursuzlanır, gene yem borusu çalar ve ordu kıyıya gidene kadar durumu idare ederler.
İnsanlar da atlar gibidir. Gerçekleşmeyeceğini bile bile, kendini oyalayan sözlerle mutlu olur. Mesela askerlik vazifesi sırasında askerliğin kısalacağından söz edilir. Bu söz gerçek dışı olsa da askerleri oyalar ve memnun eder, onları askerliği bir an önce bitirme hayaline sürükler. Haniibal örneği bizim tarihimizde de var. Ben eski bir hikâye yazayım, siz eğer isterseniz günümüze yorumunuzu getirirsiniz:
“Osmanlılar döneminde Arabistan'a asker gönderilmiş. Bu arada yiyecek, içecek ve hayvan yeminde hesap hatası yapılmış. Kızıldeniz'e gelindiğinde hiçbir şey kalmamış.
Asker yiyecek ve içecek yokluğuna bir süre dayanmış ama hayvanlar huysuzlanmaya başlamış. Akıllı bir subay, normal zamanlarda yem vaktinde çalınan yem borusunu çaldırmış. Hayvanlar sesi duyunca yem verilecek zannıyla bir müddet sakinleşmişler.”
Siyasete girmek isteyenlerin önce yem borusu öttürmeyi öğrenmesi gerekir mi?