Elektronik mühendisliğini kazandım. Okulu bitirdikten sonra torpilsiz, bir işe girdim. Eşim de mühendis, biz ailemizin bugünkü ekonomik düzeyinden memnunuz. Hiçbir ana baba desteği olmadan sadece kendi çalışmamızla arabamızı, evimizi aldık, yazlığımızı yaptık, diyor. Yakın geçmişte iki çocuğu da üniversite sınavında derece yapmış. Biri beşyüzüncü olmuş, diğeri ilk ikibine girmiş. Çocuklarının durumunu tek kelimeyle özetliyor; ‘sürünüyorlar’ diyor. Şu anda ben evlatlarıma, ‘çalışın başarırsınız’ diyemiyorum. Çalışınca başarabileceklerine ben inanmıyorum, onları nasıl inandırayım diyor. Ülkenin geldiği sosyoekonomik durum ve gençlerimizin kendilerine iyi bir hayat kurabilmelerinin, günümüz şartlarında ne kadar zor olduğu, çarpıcı birkaç cümleyle ayaküstü ancak bu kadar iyi ifade edilebilirdi sanırım.
Kuyudan yukarı tırmanabilmek için, zorun, daha da zorlaştığının bilincinde olan, hayattan ve kendinden umudu olan çocuklar, elleri yara bere içinde daha sıkı tutunmaya çalışıyorlar eğitimin, bilimin ipine. O ipi yakalayabilmiş olmanın bile hayatın kendilerine sunduğu bir fırsat olduğunun bilincinde olarak. Ne yapsınlar?. İki gün önce, YKS, yani üniversite sınav sonuçları açıklandı. YKS’nin açılımını “yüksek kaygı seviyesi” olarak yazasım var. Kendinden ya da çocuklarından sınav deneyimini yaşayanlar bilir. Özellikle sınavın açıklanacağı tarihin bir gün öncesinde sanki göğsünüze bir öküz oturmuş gibi kaygı, stres doruk noktasına ulaşır, uyku hak getire, kalplerde ritim bozukluğu, nefesler tutulmuş vaziyette beklenir. Duygu durumunun geldiği nokta ise şudur; ‘Ne olacaksa olsun, yeter ki bitsin bu işkence, açıklansın artık.’ Ah benim çileli yurdumun güzel çocukları! yazık sizlere. Şairin dizesindeki gibi, ‘şu kısacık konuklukta, deprem kargaşasında’ toplumsal dayatmaların baskısıyla ne büyük anlamlar yüklüyorsunuz, yüklüyoruz bu sınavlara. Sınavdan alacağınız puana göre kendinize bir değer biçmeye hazırlandınız. Yapmayın, hayat böyle bir şey değildir, hayat çok enteresan bir şeydir. Bakınız, hayatın enteresanlığını, bundan dört yıl önce ‘insan kendi hikâyesini anlatmayı seviyor’ diyerek söze başlayan Türkiye Özel Okullar Derneği Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Cem Gülan, nasıl anlatmış;
“Çocuklar! 1972 yılında İstanbul’da sınavla öğrenci alan tek bir okul vardı. Kadıköy Maarif Koleji, ben elimi kolumu sallayarak o okulu kazanacak kadar iyi bir öğrenciydim. Ama o gece kırk derece ateşim vardı. Ertesi sabah, sınava giremedim. Cumhuriyet Ortaokuluna ve o zamanki Haydarpaşa Lisesine gittim, (şimdiki sınavla girilen değil) orada okudum. Rahat okullarda okuduğum için kendime güvenim de üst düzeydeydi. Elimi kolumu sallayarak ODTÜ Makine Mühendisliğine gittim. Bakın, hayat enteresandır. Enteresanlığını anlatmaya çalışıyorum. O zaman öyle talep gördüğü için öyleydi. 1 soru eksik çözseydim ya Çapa ya Cerrahpaşa Tıp’taydım. Belki cerrah olacaktım ve ilk kaybettiğim hastadan sonra hayata küsüp doktorluğu bırakacaktım. Bakın her şey kısmet, kelebek etkisi gibi. Sonra üniversiteye başladım. 2. Sınıfa kadar devam ettim. 1980 ihtilali oldu. Devam, devamsızlık filan derken kaldım. Zaten İstanbulluyum Ankara’da oturmak da zor geliyor. Dedim, ben okulu bırakayım. İstanbul’a geldim. Dediler ki, bir nakil olmayı mı denesen? İTÜ’nün Maçka’da Makine Mühendisliği var, daha düşük puanlı. ODTÜ’den not belgemi aldım. Dedemin bir arkadaşı vasıtasıyla makine bölümü dekanından randevu aldık, babamla gittik. Adam şöyle bir baktı benim not belgeme, bir dakika sürmedi; ‘sen’ dedi ‘bu okula layık değilsin, alamayız seni’. Dışarı çıktık, çok kızmış, çok üzülmüştüm. Bakın orda üç tane yol vardı. Biz burada aile içindeyiz o nedenle kelimeleri de aynen kullanacağım. Babam bana diyebilirdi ki ‘eşek herif beni rezil ettin, senden nefret ediyorum, defol git, ne halt edersen et, gözüm seni görmesin’ diyebilirdi. Veya diyebilirdi ki, ‘şimdi eşek gibi Ankara’ya döneceksin, çalışacaksın ve o okulu bitireceksin.’ Ne dedi biliyor musunuz rahmetli; ‘kimse, dedi; bir kağıda bir dakika bakarak senin geleceğin hakkında karar vermesin, veremez’ dedi. ‘Sen hakkındaki kararını kendin vereceksin’ dedi. Ben düşündüm, döndüm Ankara’ya, kalan altı dönemin beşinde şeref öğrencisi, birinde yüksek şeref öğrencisi oldum, bölüm birincisi olarak mezun oldum. Ama hayat, kısmet, iki sene iş aradım. Kimse iş vermeyince mühendis te olamadım. Sonra okul kurdum. Okulculuktan hayatım boyunca para kazanamadım. 60 yaşına geldim. Siz beni dinliyorsunuz ya bundan daha büyük bir mutluluk yok, dünyanın en iyi arabalarına binsem, en iyi otellerinde kalsam, en iyi evlerinde otursam bu kadar mutlu olamam. Onun için hayat gerçekten ‘kelebek etkisidir’. Karşınıza çıkan yolun hakkını verin.” Diyor ve ekliyor; “Sevgili çocuklar bu aptal bir sınav. Bu bizim beceriksizliğimizin bir sonucu. Biz yetişkinler, devlet, millet el ele verip bu konuyu çözememişiz. Okullarımız arasında ciddi bir kalite farkı var dolayısıyla sizlerden çok talep gören okullara da adil bir seçim yapabilmek için böyle aptal bir sınav yapıyoruz. Bu sınavlar sizin yeteneklerinizi, kişiliğinizi geleceğinizi göstermez. Hayat enteresan bir şeydir, kelebek etkisine inanın, kendinize inanın. Bu aptal bir sınavdır. Ülkemin kaderini değiştirecek yarınlara yön verecek yaratıcı gençleri tam anlamıyla seçecek doğru bir yöntem değildir. Her üniversite her bölümü için emek harcayarak doğru öğrenciyi bulmalıdır.”
‘Kelebek etkisi’ dediğimiz, nedir peki; bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz'in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir. Daha sonralarda hava durumu ile ilgili verdiği şu örnek ile ünlenmiştir. Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Eğer kaos teorisini yan yana dizilmiş domino taşları olarak düşünürsek, kelebek etkisi birinci taşa dokunulmasıdır. Kaos teorisi, sürprizlerin, doğrusal olmayan ve öngörülemeyenlerin bilimidir. Kelebek etkisi fikri tüm insanlığı etkisi altına alan bir kavram olmuştur. İnsanlar kelebek etkisi analojisini sadece hava durumu gibi bilimsel olaylarda değil, aynı zamanda ekonomi, psikoloji, felsefe ve politika gibi başka alanlarda da kullanmaya başlamıştır.
Ne isterdim biliyor musunuz? Bu yazı aracılığıyla ben de çocuklara, gençlere dokunabilmiş olmayı isterdim. Bir kişide bile olsa, küçük bir kelebek etkisi yaratabilmiş olmayı isterdim. Duygularımı en iyi ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ kitabındaki şu sözlerle ifade edebilirim sanırım; …büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey…