Yılın ilk iş gününe güzel haberlere uyanmış ve umutla dolu bir başlangıç yapmış olmanızı diliyorum. Hangi bakış açısıyla bakarsanız bakın çok kötü bir yılı geride bıraktık. Birçok olayda "milad" sayılabilecek şoklar yaşadık. Büyük acılarla pişerek geldik bugünlere. Terörün, ihanetin en çirkin yüzünü defalarca gördük. Hızlandırılmış bir tarih yaşadık, bir yıla belki de onlarca yıl sığdı.

Hâlâ birçok yönü karanlıkta kalan bir 15 Temmuz travması yaşadık. İçerisinde entrika var, ihanet var, plan içinde plan var, karanlık eller var, uluslararası işbirlikleri var, Türkiye'ye kurulan büyük tuzaklar var... Bir de elimizde, yıllardır devletin içerisine sızmış, birçok kurumda kritik görevleri ele geçirmiş Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) torbası var. 15 Temmuz'dan öncesine doğru hangi olaya el atsak, altından çıkan bir örgütlenme, kumpas teşkilatı var. Sermayeleri din, maskeleri dindarlık olan bir örgüt. Allah'la aldatan ama yaptıklarına bakınca hiç Allah'tan korkmayan karmaşık bir şebeke...

Tam anlamıyla aydınlatılamayan, nerelerde etkileri var, hangi kurumlarda kripto hücreler barındırıyor tam bir muamma. Ve neler planlıyor, bu planlarının hangisini uygulayabilecek güce sahip bilmiyoruz...

* * *

Yeni bir yıla girişi "sadece kullandığımız takvim değişti" diyerek değerlendirenler yanılıyor. Hem ülkemiz, hem de bulunduğumuz coğrafya büyük değişimlere, büyük olaylara gebe. Türkiye, önce TBMM'de, eğer 330 milletvekili "evet" derse ardından meydanlarda anayasa değişikliğini konuşacak. Bir yanda propaganda, diğer yanda "algı" bombardımanı yaşayacağız ve tüm bunlardan ne derecede etkilendiğimizi bilmeden sandığa gidip bir oy kullanacağız. Kullandığımız oyla neyi değiştireceğimizden bile emin olamayacağız belki. Günübirlik yaşamaya, derin kazılmış mevzilerimizde ezberlerimizi tekrarlamaya o kadar alıştırıldık ki, oyumuzun rengini de ya "kesin karşıtlık", ya da "mutlak yandaşlık" tayin edecek. İşin acı tarafı, birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz "yeni kurtuluş savaşı" diye adlandırdığımız dönemde toplum iki ayrı kutupta sıkışıp kalacak. Birbirimize bir adım yaklaşıp, biraz olsun karşı taraftan gelen sese kulak verip anlamaya çalışırsak, önemli bir aşama kaydetmiş olacağız. Hatta büyük bir eşiği atlamış olacağız.

* * *

Değişmeyecek şeyleri saymaya kalkarsak içimiz kararır, liste uzayıp gider.

Gelişmeler ışığında 2017'de en önemli değişimi, Suriye'de yaşayacağımızı söyleyebiliriz.

Artık "stratejik derinliğin" tamamen devre dışı kaldığı, Büyük Ortadoğu Projesi'nin sahipleri tarafından bambaşka bir yöne evrildiği bir dönemi yaşayacağız. ABD'de bu ayın üçüncü diliminde Trump'un koltuğa oturmasının ardından BOP'un ne tür revizyonlara uğradığını, nasıl bir stratejiyle uygulanacağını daha net göreceğiz. İslâm dünyası ve Müslümanlar için hiç de güzel günler vaadeden gelişmeler yaşanmayacak maalesef. Çünkü, ABD, Rusya, Çin ve diğer Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin belirleyici ülkelerinin önceliği "İslâmcı terör" veya onların tabiriyle söylersek "cihadistlerle mücadele" olacak.

Türkiye, Rusya ve İran'ın kısmi mutabakatıyla sağlanan ateşkesin devam etmesi halinde, Suriye'de bir süre daha Beşşar Esad iktidarının süreceği açıkça deklare edildi. "Suriyeli muhalifler"den bir bölümü terör örgütü ilan edildi şimdiden. Türkiye de buna "ateşkese uymayan terör örgütüdür" açıklamasına imza koyarak destek verdi haklı olarak. Fırat Kalkanı harekatıyla IŞİD'e karşı verdiğimiz savaşın ne kadar süreceği de, bu "ateşkes anlaşması"nın devam edip etmemesine bağlı. Suriye'nin toprak bütünlüğünü vazgeçilmez gördüğümüzü defalarca açıkladığımıza göre, ateşkes ortamında sürecek müzakereler, Fırat Kalkanı'nın sınırını ve geleceğini de belirleyecek.

ABD'nin önce "kara kuvvetleri gücü" olarak eğitip silahlandırdığı Suriye PKK'sının (PYD) yine Sam Amca tarafından "hava savunma sistemi" ile donatılmasına yüksek perdeden itirazımız yeterli gelmedi. Fiili müdahale kaçınılmaz gözüküyor. Geciktikçe başarıya ulaşması zorlaşacak bir müdahale... PYD'nin uçak ve helikopterleri düşürebilecek bir hava savunma sistemine sahip olmasına Türkiye'nin göz yumması mümkün değil. ABD'nin de PYD'nin hedef olmasına. Rusya, Şam ve İran'ın bu konudaki tavrı da önemli olacak...

* * *

Bir diğer tehlike de, IŞİD ve El Nusra, El Kaide'nin Suriye'de köşeye sıkıştıkça Türkiye içindeki destekçilerini harekete geçirmesi ihtimali. Öyle azımsanacak sayıda sempatizan düzeyinde taraftarlardan söz etmiyoruz. Emniyetin Fırat Kalkanı operasyonu başladıktan bu yana birçok ilde gerçekleştirdiği operasyonlarla ele geçirilenler, sınırdışı edilenlerin dışında, birçok yerde "sinsi" bir şekilde kümelenmiş uyuyan "radikal selefi" gruplar olduğu sır değil artık. En büyük özellikleri tekfircilik olan ve kendilerine göre bir Müslüman tiplemesi çizen bu grupların, iç huzurumuza ciddi tehdit oluşturması ihtimaline karşı tek panzehirimiz var: İslâm'ın mutlak doğruları... Kendisini "Müslüman" olarak tanımlayan insanların, bu şer odakların girdabına kapılmaması için önce onların İslâm'la uzaktan yakından alâkasının olmadığını anlatma görevi önce din adamlarına ve "dindar" kimliğiyle varlığını kabul ettiren siyasetçilere, kanaat önderlerine düşüyor. Eğer onlar da, tekfircilerin şer odağı olduğuna inanıyorsa tabii...

Zor gözüken bir yılın ilk iş gününde içinizi karartmak için yazmadım bunları. Gerçekleri bilmek, sonrasında anlamsız şoklar yaşayarak hazırlıksız yakalanmamızı engelleyerek büyük fayda sağlar bize. Sıkı durun, birlikte durun, omuz omuza kalın...