Anadolu aşıklarına ilişkin yaptığım sohbetlerden biri de Aşık Gevheri ile ilgiliydi. Günümüzde yaşayan ve dillerden düşmeyen türkülerinin yanında pek çok şiiri Türk Sanat müziği olarak çeşitli bestekarlar tarafından bestelenmiş ve her biri çoğumuz tarafından seviliyor ve söyleniyordu.

İki yıl önce hakkında bir de kitap hazırlamıştım. Gevheri programımın ilgi göreceğini umuyordum.  Her zaman insanın umduğu gerçekleşmiyor. Gevheri demeyim de benim sunumum ilgi görmedi. Sosyal medyada; facebook, twitter, instagram, özel grup ve kişisel hesaplarım olmak üzere aşağı yukarı yirmi bin kişi ile paylaştım. Yüzlerce dostum beğenilerini lütfettiler. Ancak program videosunu 50 kişi görüntüleme arzusu ve zamanı bulabildi.

Elbette marifet iltifat arzu eder. Ama bu işlerle ilgili kendimize verdiğimiz tesellisi, geleceğe bir belge bırakabilmek, oluyor. Avunuyor muyum, züğürt tesellisine mi sığınıyorum, bilemem.

Osmanlı imparatorluğu XVII. Yüzyılda en geniş sınırlarına ulaştı.  Âşık edebiyatı gelişim sürecini tamamlamış altın çağını yaşamaktaydı. Binlerce âşık yetişti. Halk şairleri “âşık”, “kul”, “öksüz” gibi sıfatlarla anılıyordu.

Bir bölümü; yeniçeriler, sipâhiler, leventler gibi askerî topluluklar arasından çıktı. Orduyla birlikte savaşa katılıyor,  askerleri yüreklendiriyorlar, barış zamanlarında eğlendiriyorlardı.

Yeni akımın en önemli temsilcileri arasında Âşık Ömer, Gevherî ve Kâtibî gibi isimler vardı.

Gevheri de dahil, halk şairlerimizin hayat hikayeleri yazıya geçirilmediği, ya da çok sonraları bölük pörçük saptandığı için doğum ve ölüm yıllarını, nereli olduklarını bilmiyoruz. Şiirlerindeki kimi ipuçlarından ya başka şairlerin söylediklerinden ya da çeşitli kaynakların yetersiz verilerinden sonuç çıkarmaya çalışıyoruz. İtiraf edeyim ki, bunlar her zaman kesin ve inandırıcı olmuyor.

Gevheri bir devriyesinde şöyle söylüyor:

 “Cihânda yok iken asla günâhım

Bir lûtf-ı ihsâna uğradım geldim

Bir kandil içinde dururken ruhum

Cennetü’l-me’vâya uğradım geldim

 

Gevherî tâ’birdir Mustafa ismim

Bir katre meniden halk oldu cismim

Levh-i mahfuz üzre yapılmış resmim

Hikmet-i Huda’ya uğradım geldim”

 Buna göre Gevheri’nin adı Mustafa mı? Kimilerine göre de Mehmet.  Çünkü, daha sonra söylediği bir şiirindeki:

“Bir kemter kulundur Garip Mehemmed” dizesinden dolayı, adının “Mustafa” değil “Mehmet” olduğunu söyleyenler de var. 

Kesinlik kazanmayan söylentilere göre Kırım' da 17. Yüzyılın ortalarında doğduğu sanılıyor. Nereden çıkarıyoruz?

Şiirlerinden birinde Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın Uyvar seferini, bir başkasında da Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana seferini anlatıyor. 

Kırım Hanı Selim Giray'ın 1688 yılında İstanbul'a gelmesi dolayısıyla yazdığı methiye, onun 17. Asrın ikinci yarısında yaşadığını gösteriyor.  Başka kanıtlar da var:

Bir koşmasında şu dörtlük yer almış:

Der Gevherî her dem gönlümüz fârig

Dünya bir gölgelik harplere lâyık

Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih

Gider serimizden bu bir dumandır”

Bu dörtlükte 1127, yani 1715 tarihi geçiyor. Demek ki, 1715’te, hayattaydı.

Bir başka koşmasının son dörtlüğünde de 1150 tarihi geçiyor. Bu tarihin karşılığı olan l737'de sağ bulunduğunu ve yüz yıla yakın bir süre yaşadığını yorumunu çıkarıyoruz.

 Şimdi benzeğini Karacaoğlan’da da gördüğümüz bir şiirini sunduktan sonra, kaldığımız yerden yarınki yazımda devam edeceğim:

Seni bana gayet güzel dediler

Göster cemalini görmeye geldim.

Bir buseni derde derman dediler

Gerçek mi sultânım sormaya geldim.

 

Senin işün yiyüp içmek dediler

Yâdlar ile konup göçmek dediler

Göğsün cennet koynun uçmak dediler

Hak nasip ederse görmeye geldim.

 

Şikâyet eylesem beylerbeyine

Bu gönül düştü hüsnün gülüne

Bâğıban oluben hüsnün bâğına

Kırmızı güllerin dermeğe geldim

 

Gevherî der sen canların canısın

Mısr’a sultan olan Yûsuf (i) Sânîsin

Âdil pâdişâhsın mürvet kânısın

Kul olup kapunda durmağa geldim