Siz de söylemek istemez miydiniz? Elbet bu da geçer. Geçmeyen ne ki? Her yıl olduğu gibi güzel dileklerle karşılamak arzusu yeni yılı. Umutlarla dolup taşmak, özlemlerinizi bir tatlı vuslatın tebessümüyle taçlandırmak.

Kucak açmak sevgiye, hoşgörüye, umutlar evrenine. Doyasıya var edebilmek az aşınızı, ağrısız başınızı. Önemli olan geçmişten toplum olarak pay alabilmek.

“Boş bir çaba, takıntı mı bendeki?

Elbet bu da geçer, geçmeyen ne ki?

Bugüne güvenen aymaza de ki:

“Uyan da pay çıkar gelen gidenden”

Kemalettin Kumu’nun duygularınca, gurbet hep içimizdeydi.  Rahmetli annem yetim büyümüştü. Yüreği yanıktı.  Onun anne özlemini, ağıtlarını duya duya piştim. Ben yetim değildim, öksüz değildim ama, küçük yaşta, annesinden, babasından koparılmış, uzak bir askeri okulda gurbeti gurbetçe yaşayanlardan oldum. Empati ile hemhal olmak, annemden gelen genlerimde vardı? Öksüzlük ve yetimlik ruhumun derinlerinde için için hep kanadı, hep kanadı.  

Evet. Geride bıraktığımız yıl, 2024…

Ailemize, yakınlarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza, kimimizin anasıyla, kimimizin babasıyla, kimimizin kavim kardeşiyle, bacısıyla öyle bir şiven düşürdü ki; çevremiz, yüreklerimiz yangın yeri.

Hani derler ki “sıkıntı seni sıkıncaya kadar sen sıkıntıdan sıkılma.”

2024 yılıbir yanda dünyanın ahvali, bir yandan bizcileyin emekli olanların geçim sıkıntısını sıktı da sıktı. Namımıza “aç yatar, kuyruğunu dik tutar” derlerdi ama, ben de artık biliyorum ki… Geçelim.

Gözlerimiz nemli, boğazlarımız düğüm düğüm. Empati kavruğu oluşumuz, 2024’ün yansıyan duygular tortusu değil.  Geçmişi, geçmişi var senelerin. 

Yüz binlerce insanımız, savaşta, savaşın yarattığı kıtlık ve salgınlarda, işgallerde, göç yollarında öldü. Ölüme terk edildi. Yüz binlercesi topraklarından zorla koparıldı. İşte Ortadoğu’nun durumu gözler önünde.

Ah ne olurdu, Rus, Ermeni işgalinden Anadolu’nun içlerine yayan yapıldak, aç, perişan, yoksulluk, yoksunluk, hastalıklar içinde göç edenlerin filmi yapılsa. Yapılsa da şuuraltımın öksüzlüğünü, yetimliğini, ağıtını sizlere ağlaya ağlaya, başımı dağlara, taşlara vura vura, döşümü bağrımı yırtım yırtım yırta yırta söyleyebilsem: Ya da sizler ben gibi söyleyebilseniz. Uzaklardan başlayan bir ezgili ezinç uğultusu, giderek yükselse, yükselse hıçkırığım:

“ Bir sandığım vardır sırmadan telden

Bir çift yavrum vardır tomurcuk gülden

Nasıl ayrılayım gül yüzlü yardan

İşte böyle böyle hal deli gönül

İster ağla ister gül deli gönül…”

Gülmek mümkün mü? Dünyaya gökten güller, kahkahalar yağsa, bizim alnımızda ağıt düşerdi. Dahası? Dahası saç baş yolduran çilelerin çilesiyle bezeli seneler, seneler… Yurdundan yuvasından kopuşun, yollara ser sefil dökülüşün, açlığın, çıplaklığın ölüme terkedilişlerin sessiz çığlığı…

“Bir yanım Erzincan vermem Bayburt'u

Yıkılsın düşmanın taht ile yurdu

Sağolası anam beni doğurdu

Sene kardaş sene ille bu sene

Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”

2024 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler.

Evet, evet… Çekilmeli o yılların şiveni, ağıtı, feryadı, figanı... İnlemesi, sızım sızım sızlanması… Otuz iki kısım, tekmili birden. Sinemaskop, üç boyutlu.

2024 geride bırakılmış mutlu bir yıl değil. Korkum o ki, 2025 de olası olmayacak. Şivengah, matem yerlerinin, yılların öncesinin aynası, desem de inanmayınız. Şom ağızlı olmama sayınız. Birkaç gün sonra yazacağım Sarıkamış günlerinde geçen türküye kulak verip, dileyeyim:

“Seneler seneler, kötü seneler

Gide de gelemeye hain seneler… “

Filmi çekilmeli o senelerin, hain senelerin, gide de gelmeye 2024 gibi senelerin.  32 kısım tekmili birden. Renkli, sinemaskop.  

Bir uğultudur yükselmeli içten içe. Yükselmeli ekolarla yüklenip. Kulakları sağır edercesine, temrenlerle, oklarla, kargılarla yüreğimi lime lime edercesine:

“Sene kardaş sene ille bu sene

Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”

Aynen 2024 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler…