Ulusal bütünlüğümüzde damgası olan Mehmet Âkif’i milli şairimiz olmaya ulaştıran bir çok olgu var.

Bunlardan biri Kurtuluş Savaşına katkısıydı. Mehmet Âkif, kurtuluş savaşı için canlarını ortaya koyan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında yer aldı. Asırlardır özgür ve bağımsız yaşamış Türk Ulusunun esir olamayacağını cesaretle haykırdı. Mandacılığa karşı çıktı. Konuşmaları çoğaltılarak, bütün yurda dağıtıldı.

Bir başka olgu, İstiklal Marşı’ydı. Âkif, bu marşın güftesi yazarak, bu ülkenin gelecek kuşaklarıyla da sonsuza kadar buluştu.  Türkün bağımsızlık ve özgürlük tutkusunu haykıran İstiklal Marşımız, Âkif’i ölümsüzleştirdi.

Olgulardan biri de Mehmet Âkif’in Çanakkale şehitlerine ithaf ettiği şiirdi. Bu zafer, Büyük Atatürk’ü yarattı. Ulusal bilinci perçinleştirdi. Ordusuyla bütünleşen bir ulusun neler yapabileceğini gösterdi.

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi

En kesif orduların yükleniyor dördü - beşi...

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya

Kaç donanmayla sarılmış, ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı

Nerde gösterdiği vahşetle «bu bir Avrupalı»

Dedirir - Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş açılıp mahbesi, yahut kafesi.

Mehmet Akif, Berlin’dedir. Bir haber gelir. Bursa işgal edilmiş ve Yunan generali, Osman Gazi’nin türbesine tekme vurmuştur.  Çok üzülen Mehmet Akif, Bülbül Şiirini hiç silgi kullanmadan yazmış, duygularını acı bir şekilde aktarmıştır.

Akif onurluydu. Halkalı Ziraat Mektebinde, lisan derslerinde birinciydi. Bir hocasının okul birinciliğini Ermeni bir öğrencinin alacağını ihtar etmesi üzerine günlerce ders çalıştı ve okulu birincilikle bitirdi.

Ermeni bir güreşçinin idman tutmak amacıyla güreştiği bir öğrenciyi hırpalaması onuruna dokundu. Güreş dersleri aldı. Ermeni güreşçiye kendisiyle güreşmeyi önerdi. Rakibinin gücü karşısında  tekniğiyle bir kaç dakika içinde galip geldi.

Üzerine kimseyi almayan Doru isimli ata binmeyi ve uysallaştırmayı başardı. Boğazı yüzerek geçti. Saatlerce yürümekten hoşlanır, taş atma yarışlarına katılırdı.

Akif'in hayatını ve ahlakını oluşturan en önemli unsur "kendi kendisi" olmaktı. İnancında, sanatında, yaşantısında, kendi adına ve toplum adına konuşurken hep aynı insandı. Bir başkasına benzemek, ödünç alınmış kimliklerle ortaya çıkmak gibiydi.

Mehmet Akif,  «Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" inancındaydı. Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı görevini üstlendiği yıllarda Veteriner İşleri Müdürünün bir haksız karar ile azledilmesi üzerine görevinden istifa etti. Kendisine bu hareketinin sebebi sorulduğunda başkasına yapılan haksızlığa tahammül etmesinin mümkün olmadığını söylüyordu. “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir” diye 20 yıllık memuriyetine istifa etmişti.

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale

Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum.

Kesilir belki fakat, çekmeye gelmez boynum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim

Adam “aldırmada geç git” diyemem; aldırırım

Çiğnerim çiğnerim Hakkı tutar kaldırırım.

Yakın dostlarından Mithat Cemal Kuntay anlatıyor .

«Balkan Harbi başlarken, Akif Bey, yegane geçim yolu olan resmi memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine, bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka, dört çocuk daha vardı.

- Bunlar kim? dedim.

- Çocuklarım! dedi. Sonra anlattı

Âkif, Baytar Mektebinde iken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. Kim önce ölürse, çocuklarına sağ kalan baksın! » demişler. Arkadaşı vefat etmiş Mehmet Akif'te, verdiği söze bağlı kalarak anlaşma hükmünü yerine getirmiş.

Mithat Cemal devam ediyor;

- Halbuki o zamanlar, Akif Beyin beş parası yoktu; fakat beş çocuğu vardı!

Büyük şairi vefatının 88. yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyorum.