Türküde; “bu dağlar kömürdendir, geçen gün ömürdendir” diyor. Biz de diyoruz ki; yeni yıl geliyor. Yine bir parça umutlanıyoruz, umut hepimizin ekmeği değil mi? Daha az öfkelenir, daha az üzülürüz belki. Biraz olsun iyi olabilir mi 2025, olsun, olur belki… İşte böyle, ‘belki’lerin arkasına saklanmış, içimizde yumru gibi duran gerçekçi umutsuzluklarımıza rağmen umutlanıyoruz yeniden. Oysa arkamıza bağlanmış bir yığın teneke kutunun tangır tungur sesleri arasında ilerliyoruz yeni yıla doğru. Umudumuzu neye benzetiyorum biliyor musunuz? Teneke kutuları bezlere sarmak istiyoruz, en azından yeni yıla girerken ses çıkarmasınlar diye. Orda olduklarını, bizle geldiklerini bilsek de, kısa bir süreliğine seslerini kesmek, yoklarmış gibi hissetmek istiyoruz.

Hep birlikte ulaştıysak yılın sonuna, hep birlikte içinden geçtik demektir tüm olumsuzlukların. Kayıtları bir bir tuttuk unutmamak üzere. Muhasebeci olsak hayatımızın 2023 ile ilgili maliyet muhasebesi hesaplarına girişmek ister miydik ya da toplumsal olayların bilançosunu çıkarmak ister miydik bilemiyorum ama bazı hesapları kapatamayacağımız, yeni yıla devredeceğimiz kesindir.

Derbeder insan bazen tüm sorunlardan uzaklaşmak için kaçmak ister. Oysa, sen nereye, kafa orayadır ya hiçbir şeyden uzaklaşamaz gerçekte. Kalbinde, zihninde ne varsa teneke kutular gibi takılır peşine, gider onunla. Her yılın sonunda yıl boyunca tatmak zorunda kaldığımız, kalbimizi ağırlaştıran bütün paslı teneke tatlarını, aklımıza tutturulmuş bütün paslı teneke kutuları orada bırakıp yeni yıla kaçmak istiyoruz. Ama yapamıyoruz, yapmamalıyız zaten, unutmamalıyız hiçbir kötülüğü.

Şöyle diyordu bir yazar; “Başkaları tutsakken, temel varoluş hakları yaşama cezasına dönmüşken, insanın mutluluğuna inanamam ben. Böyle bir ahlakı küçümserim. Dünya, özgürlüğün ve barışın beşiğiymiş gibi bir yalanla yaşayamam. Benim belkemiğim haysiyetimdir. Haysiyetim merhametimdir. Başkalarının acısından yapılmış bir insan sevgisidir.”

Çocukların, hayvanların, kadınların katledildiğini unutursak nerede kalır insan haysiyetimiz? Yeni yıla, unutmayarak ama umutla ilerliyoruz yine de. Belki bir parça ferahlık olur, belki azıcık güzellik, tebessümler artar belki, umut işte. Hoş gelesin yeni yıl…

YILIN KELİMESİ

Kelimelerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız demiş Konfüçyus.

Sorumuz, sorunumuz, derdimiz, duygumuz, kavgamız her şeyi ama her şeyi aktarabilmek için kelimelere sarılırız. Bizim büyük gücümüz, mirasımız, insanlığın kadim dostudur kelimeler. Türk Dil Kurumu her yıl halk oylamasıyla yılın kelimesini seçiyor. Bakınız bu yılın kelimesi neymiş;

“Türk Dil Kurumu 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak açıkladı. Ankara Üniversitesi iş birliğiyle, alanında uzman isimlerden oluşan Değerlendirme Kurulu tarafından belirlenen 7 kelime/kavram Türk Dil Kurumu internet sitesinde halk oylamasına sunulmuştu.

Oylamaya değer bulunan kelimeler “kalabalık yalnızlık”, “merhamet”, “yabancılaşma”, “algoritma”, “yozlaşma”, “yapay zekâ” ve “dijital yorgunluk” olarak belirlenmişti. Yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı halk oylamasında “2024 Yılının Kelimesi/Kavramı olarak “kalabalık yalnızlık” kavramının seçildiği açıklandı.

Değerlendirme Kurulunun “kalabalık yalnızlık” kavramı ile ilgili gerekçesi şöyledir: “2024 yılında, insanların kalabalıklar içinde yalnız hissettiklerini gösteren araştırmaların sayısında artış olduğu görülmektedir. Birbirlerinin zıddı gibi duran, teklik ifade eden “yalnızlık” ile, çokluk ifade eden “kalabalık” aynı anda var olabilmektedir. Sosyolojik, psikolojik, iletişimsel gerekçelerle açıklanabilen bu durum, bireylerin gündelik yaşamlarında, kurdukları ilişki biçimlerinde kendisini göstermektedir.

Araştırmalar, sosyal medya ve dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla insanların kendilerini daha yalnız hissetmeye başladıklarını göstermektedir. Sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde ‘kalabalık’ bir ortam oluşturulması yalnızlık hissine çözüm gibi algılansa da yalnızlık hissini artıran bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Dijital dünyanın gelip geçici ilişkiler önermesi, yalnızlık hissini derinleştirmektedir.

Diğer yandan hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler. Bireyin çevresinde insan sayısının fazla olması, kendisinin yalnızlık hissetmediği anlamına gelmemektedir. Aynı ev içinde aile bireylerinin olması, kendisinin yalnızlık hissetmediği anlamına gelmemektedir. Aynı ev içinde aile bireylerinin olması, aynı yemek masasında yalnız hissetmeyi engellememektedir.” (TDK internet sitesinden alıntı)

ÇOK ÇİĞ ÇAĞ

“Bilinçsiz çıkarsama,” aynı zamanda “bilinçsiz sonuç” olarak da anılır; Alman fizikçi ve bilgin Hermann von Helmholtz tarafından istemsiz, akıl öncesi ve refleks benzeri bir mekanizmayı tanımlamak için icat edilen bir algısal psikoloji terimidir. Görsel izlenimlerin oluşumunun bir parçasıdır. İlk örneği, dünyanın etrafında dönen güneşin yanılsamasıdır; her akşam gözlerimizin önünde güneşin sabit olduğunu ve ufkun hareket ettiğini çok iyi bilmemize rağmen, güneş sabit ufkun arkasında batar.

Sosyal medya hesaplarındaki kalabalık takipçi grupları da yalnızlığın kalabalık görünümlü yanılması değil midir? Ne kadar kalabalık o kadar yalnız. Ne kadar çok o kadar az…

Şükrü Erbaş yazmış; “Çok çiğ çağ” demişti, Behçet Necatigil. İnsan nasıl bu kadar düşkünleşir!
Sosyal medya! İnsan ruhunun pazarı! Çağın, hayatımızın ortasına bıraktığı bir bataklık. Görünmeden yaşamak istedikçe herkesin salkım saçak her yerde olduğu bir hileli gerçeklik. Tuhaf bir pornografi herkesi suç ortağı yapıyor. Acı magazinleşiyor, iyilik çürüyor. Hiçbir çağda insan bu kadar çıplak yaşamamıştı.”

….

İyi bir yıl olması umuduyla…